Son Haberler
Anasayfa / misafir kalemler / ABDURRAHİM KARAKOÇUN TÜRK ŞİİRİNDEKİ YERİ

ABDURRAHİM KARAKOÇUN TÜRK ŞİİRİNDEKİ YERİ

Pocket
Bookmark this on Google Bookmarks

Bir yanıyla Karacaoğlan, bir yanıyla Seyrani, bir yanıyla Mehmet Akif, bir Yanıyla Yahya Kemal ve bir yanıyla Necip Fazıl çizgisinde olan ancak tamamıyla kendi dilini kullanan, kendi gücünü kendi üslubuyla temsil ederek yeni bir şair imajı oluşturan Abdurrahim Karakoç’un artık şahsiyetinden ziyade edebi kişiliği üzerinde durulması gerektiğini düşünüyorum. Edebiyat tarihinde yer aldığı kadar geleceğimizi de kuşatacak bir şiir iklimi oluşturmuşsa, meseleye böyle bakmak zarureti vardır.
Bakınız maddenin etrafımızı kuşattığı bir dönemde, ilmi hüviyetlerini bile işporta pazarında magazinleştirerek keselerini dolduran bir sürü utanmaz yazara rağmen, Abdurrahim Bey, her gün milyonlara dinlettirilen “Mihriban”ıyla milyarder olabilirdi. Öyle yapmadı; “Halkım kendi duygularını bu şiirde buluyor ve onunla dinlenip teselliye ulaşıyorsa, bu şiir halka aittir, bunun bedeli olmaz”, diyecek kadar onurlu ve cömert bir tavır sergiledi.
Bunca yıl boyunca okuduğum her şiirde, şairin kimliğinin; kişiliğinin eserine yansımasına da dikkat ederim. Çünkü söz ona aittir ve eser onu anlatır. Eğer sözüyle davranışında bir çelişki var ise, zaman çok acımasız bir tüketicidir. Bu türleri edebiyat mezarlığına bile gömmeden silip süpürür gider. Bunun edebiyat tarihimizde sayısız örnekleri vardır, ama Karakoç öyle değil: O, aşkı yaşamış ve o aşkın ateş ocağında öylesine kavrularak yanıp tutuşmuş ki, şiirlerinde Anadolu insanının hüsranı kadar tebessümünü, ezilmişliği kadar başkaldırışını, sevdası kadar teslimiyetini de buluruz.
Burada bir noktaya özellikle dikkatinizi çekmek isterim: Abdurrahim Karakoç’un hicvindeki öfke tavrı, insanımıza reva görülen muamelenin onun alın yazısı olmadığını anlatmak içindir. Selçuklu ve Osmanlı’nın mirasını tüketen seçkinlerin, insanımızı ikinci sınıf vatandaş gibi algılamasına bir anlamda başkaldırıdır. Zaten onu halkın nazarında, sevimli, aynı zamanda da güçlü yapan tarafı da burasıdır. Halk, kendi çaresizliğinin isyanını bu şiirlerde bulduğu için onu sahiplenmiş ve en üst düzeydeki aydından en sade vatandaşımıza kadar, hemen hepsinin ortak dili haline getirmiştir. Şimdi bu dil biyolojik fonksiyonlarını kaybetti, ama onun bize bıraktığı gerçek dili; şiirinin dili konuşmaya devam edecektir. Onun farkı da işte buradadır!
Öyle umuyorum ki, halkımız efkârını onun şiirlerinin oluşturduğu irfan ocağında pişirip daha aklıselim bir yapıya kavuşacaktır. Onun şiirleri duygularımızın dili olduğu kadar, derunidir ve dolayısıyla aklın ve imanın da sesidir. Bir halk çocuğu olarak bu bozkırın sesini gelecek nesillere taşırken, bizim bu asırdaki sosyoekonomik ve sosyokültürel fotoğrafımızı da sunmuş olacaktır. Bir şair için bundan daha büyük bir imtiyaz düşünülebilir mi?
Ruhu Şad, mekanı cennet olsun.
muhsin ilyas subaşı

Hakkında admin

Cevapla

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Required fields are marked *

*