“Halkçılık “doğası gereği faşizandır.Halkçı ideolojiler ” ne ise o” halkı sevmezler; onu reddederler ve ideolojilerine uygun bir halkı yaratmak isterler.Halkçılık zaten var olan halka itirazdır.Halkçılık yeni “ideal bir ulus yaratma” çabasının adıdır.”
Attila İlhan ile….
Röportaj: Muharrem Coşkun – Necmettin Çakmak
22-23-24 Mart 2003 – Milli Gazete
Attilâ İlhan’la çeşitli konulardan…
Attilâ Bey, neredeyse kasketinizle özdeşleşmişsiniz, devrim kanunlarından dolayı mı giyiyorsunuz? Yoksa hobi mi?
Bende ilkokul, ortaokulda iken kasket vardı. Askerde yine zorunluydu. Bu tür şapkalar da askerden sonra çıktı. İlk zamanlar benden başka giyen yoktu. Sonradan çoğaldı. Devrim kanunlarıyla alakası yok. Kendi tercihimdir. Mesela fötr şapkayı sevmedim.
TRT’de de program yapıyorum ya soruyorlar, bu şapkaları nereden getiriyorsunuz? diye.. Sanıyorlar ki Avrupa’dan getiriyorum. Ben de gururla ‘Osep’ten alıyorum diyorum. Bizim halkımız böyle bir yanlışlık içindedir. Bu Tanzimat’tan sonra başımıza gelmiş bir bela. Ne yazık ki o zamana kadar tam aksi olan davranış biçimi soradan tüm ülkeye yayıldı.
Nedir o davranış biçimi? Ve Tanzimat’tan önce nasıldı?
Kanuni Sultan Süleyman’ın Fransuva’ya yazdığı meşhur mektubu bilir misiniz? Ben Fransa’da iken Fransızları bu mektubu hatırlatarak deli ederdim. O mektupta, Osmanlı Hükümdarının kendini takdim edişi vardır, ‘Ben ki..’ diye başlıyor, ‘Ben ki şuranın şuranın kralı, şuranın şuranın padişahı, şuranın şuranın emiri.. gibi aşağı yukarı koca bir liste sıralıyor ve sonunda Sultan Süleymanım’ diyor. Sonra ‘Sen ki’ diyor ve Françe eyaletinin başındaki Françeskasın.’ Osmanlı’nın Batı’ya bakışı budur. Bu bakış yerine Tanzimat’la birlikte, bunun tam tersi ortaya çıktı. Osmanlı Batı’nın karşısında titreyen, aman bozuşmayalım, aman ne diyecekler diye korkan bir hal aldı. O zaman İngilizlerle yapılan bir ticaret anlaşması vardır bizi o batırmıştır. O ticaret anlaşmasıyla bugün Avrupa Birliği ile yaptığımız Gümrük Birliği anlaşması aynıdır. Bu da bizi batırıyor şimdi.
Osmanlı Batı’dan herşeyi almaya, Batı’nın etkisinde kalmaya başlayınca, kendisine güvenini tamamen kaybediyor. Tanzimat Paşası olan Keçecizade Fuat Paşa’nın Padişaha vasiyeti nedir? . Diyor ki, ‘Devlet-i Aliye’nin İngiltere ile arasının açıldığını görmektense, Osmanlı mülkünden bir vilayeti vermeye razıyız’ Kafa bu. Şimdi Kıbrıs’ı verelim diyen kafa da bu. Başımızdaki bela bu kafadır. Bizi Sevr’e götüren bu kafadır. Bizi bundan kurtaran, kafa ise, komünistinden dindarına herkesin el ele vererek Kurtuluş Savaşı veren kafadır.
Cumhuriyetle birlikte yeni bir dönem başlıyor, devrimler, Batı’ya yönelmeler gibi… Sizce Türkiye olması gereken yere gelebilmiş midir?
Değil. Çok basit sebepten dolayı değil, TC ilk kurulunca, Hükümetin ortaya koyduğu çizgi çok açık ve nettir. Nedir bu çizgi? Ne yapıp yapıp muasır medeniyet seviyesini yakalama arzusu. Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı, savaşı başlatan 6 büyük devletten biriydi. Osmanlı yıkılırken dahi dünyanın ilk altı büyük devleti arasında idi. Mustafa Kemal’in kasdettiği muasır medeniyet seviyesi budur, yani dünyanın ilk altı büyüğü arasında olmak. Böyle büyük bir milletin olması gereken yer, şimdi Amerika’dan yardım dilenen bir devlet mertebesi olmamalıydı. Çok daha sağlam yerde olabilirdi.
Niye olamadı?
Çünkü Müdafa-i hukuk esprisini kaybetti. Bana sorarsanız bu 1938’den itibaren kaybolmuştur. 1950’den sonra da Tanzimat esprisi başladı. M. Kemal’in yaptığı, bizi Osmanlı’dan değil Tanzimat’tan kurtarmak olmuştur. Eğer Osmanlı’dan kurtarmaya çalışsaydı, Ankara’ya geçmeden önce İstanbul’da Osmanlı Hükümeti’nden görev almaya çalışmazdı. Samsun’a çıkmadan önce Osmanlı Hükümeti’nden görev istemiştir. Saray’dan bir sultanla evlenmek dahi istemiştir.
Sivas’tan Ankara’ya gelince ziraat mektebi olarak açılan ancak çalışmayan bir binaya yerleşiyorlar. Bunun üzerine müftü efendi hazretleri gidiyor ve heyeti ziyaret ediyor. Mazhar Müfit’le sohbet ederken, mali durumlarını soruyor, aslında misafire kahve yapacak şeker yok. Bunun üzerine müftü efendi Ankara’dan epeyce bir para topluyor, bu parayı götürüp müdafa-i hukuka veriyor, ‘şimdilik bununla idare edin’ diyor. Bu espridir milletimizin esprisi. Bu espriyi kaybetmememiz lazım. Maalesef çıkar hesapları peşinde bunu kaybediyoruz. Bu çıkar hesaplarını başımıza musallat edenler de hep yabancılar. Burada Batılıları kastediyorum. Çünkü bizim hep Batı ile sorunumuz olmuştur, Doğu ile sorunumuz yoktur. Bir düşünün kaç yüz yıldan beri doğu ile harp etmedik. Bizim sorunumuz Batı iledir çünkü Batı’nın sorunu bizimledir. Bakın 1923’te New York Times gazetesi ne demiş? ‘Türkiye’de bugüne dek soykırımlar bilinçli olarak yapılmıştır, Türklerin amacı toprakları üzerinde yaşayan azınlıkları ortadan kaldırmaktır. Türkleri yola getirmenin tek yolu onlara karşı silaha başvurmaktır. Çünkü bu millet, yalnız ve yalnız zorbalıktan anlar’ Tavırları budur. Bu hiç değişmez.
İSMET, DARBE İLE GELDİ
Ama biz ‘Batı Batı’ diye çırpınıp duruyoruz..?
Biz Batılılaşmak istemiyoruz çocuğum, ben Mustafa Kemal’in bütün külliyatını okumuş biriyim ağzından bir tane Batılılaşma çıkmamıştır. Kemal Paşa, ‘muasırlaşmak’tan bahsediyor Batılılaşmaktan değil.
O zaman nasıl geldik bu duruma?
1938’den sonra İsmet Paşa’nın Cumhurbaşkanı olması bir emr-i vakidir. Cumhurbaşkanı kimin olacağı hemen anlaşılamadı. Gazi öldü ama ortada bir aday yoktu, herkesin kafasındaki aday Mareşal Fevzi Çakmak… O zamanki Başvekil Celal Bayar gitti Fevzi Çakmak’a bunu söyledi, Çakmak’ın çok geçerli bir çekincesi var; ‘Mustafa Kemal, askerin politikaya karışmasını istemiyordu bunu zorla biz ayırdık. Şimdi ben bulaşmayayım. Girmeyeyim bu işe.’ Bunun üzerine Celal Bey o zamanki Meclis Başkanı Abdulhaluk Renda’ya gitti, o da ‘ben bu işi yapamam’ dedi. Ne yapacakları düşünülürken İstanbul’dan bir telgraf geldi, Birinci Ordu Kumandanından, ‘Biz orduya mensup paşalar arasından yaptığımız müşaverede İsmet Paşa’yı uygun gördük, teklif ediyoruz’ diye.
Mareşal bu telgrafı alınca endişelendi, Celal Bey’le ne yapalım diye konuştular. Asker böylelikle bir tavır almış oluyordu. Kurcaladığın zaman, o sıralar İsmet Paşa’nın İstanbul’da olduğu, Heybeliada’da oturduğu ve sık sık birinci ordu komutanıyla oturup konuştukları meydana çıkıyor. Birinci Ordu Komutanı Fahrettin Paşa bunu hatıralarında da anlatıyor. Kanıtlanan bir şey, seçimde Mareşal’in yanında Fahrettin Paşa’nın da oturduğu, yine kanıtlanamayan ama bilinen bir şey de Meclis’in etrafını çeviren Muhafız Alayı’nın tavrıdır. Bu, İsmet Paşa’nın iktidarını bir çeşit gizli hükümet darbesiyle aldığını gösterir. Çünkü İsmet Paşa’nın Cumhurbaşkanlığı için Muhafız Alayı Meclis’i kuşatıyor.
‘Batıcı’ geçinen herkes ‘Atatürkçüyüm’ diye nutuk atıyor.. Bu bir çelişki değil mi?
Onlar Kemalist değil, onlar İnönücü, ben ona İnönü Atatürkçülüğü diyorum. O 1938’den sonra ortaya çıkan olaydır. Atatürkçülük diye tıpkı Rusya’daki Leninizmle Stalinciliğin yutturulması gibi, bizde de İsmet Paşa, Atatürkçülük diye kendi fikirlerini sokuşturmuştur. İsmet Paşa’nın İngiltere ve Fransa ile yaptığı o anlaşmanın çok kapsamlı olduğu bir müddet sonra ortaya çıkmıştır.
HIRİSTİYAN KÜLTÜRÜ GETİRDİLER
Nasıl çıkar?
Milli EğitimBakanlığı birden bire Yunan Latin kökünden eğitim yapmaya başlar, okullarda Yunan Latin klasikleri okutulmaya başlamıştır. Oysa Yunan Latin Klasikleri Hıristiyanlığın köküdür. Bunun Türkçe’yle ne alakası var? Biz lisede iken Oidipus ders olarak okutuluyordu. Oysa Gazi’nin yaptığı tarih kitapları Halkçılık ve Türklük üzerinedir. Bizim tarihimiz üzerinedir. Yine İsmet Paşa zamanında Hasan Ali Bey’in himayesinde, Yabancı dilden bir sürü kitap çevirilip okullara sokulurken, Osmanlı kültürünü oluşturan eski klasiklerden de iki üç tane laf olsun diye listeye alınmıştır.
Geçtiğimiz günlerde bir yazınızda, Mustafa Kemal’in, ‘Irak ve Suriye ile Türkiye’nin birleşme fikrini’ anlatan sözlerine yer vermiştiniz. Bu ilginç bir yaklaşım değil mi?
Tarih 24 Nisan, yani Meclis’in açılışının ertesi gün, Mustafa Kemal gizli oturumda Meclis’e bilgi veriyor. Şimdi bunlar (AKP Hükümeti) Irak’la savaşmayı göze alıyorlar ya, böyle bir şey Gazi’nin hayalinden geçmezdi. Bakın ne diyor Gazi; ‘Suriye ile konfederasyon belki de federasyon olabiliriz’ diyor. Irak’a gelince, ‘İngilizler’e karşı kendi mevcudiyetinizle istiklalinizi kazanmaya çalışın. Biz de istiklalimizin mevcudiyetine çabalıyoruz. Ondan sonra birleşmemiz için hiçbir mani kalmaz’
Yine İran’la yakın ilişki içinde, Rusya’yla dostuz. Çünkü müşterek düşmanımız Batılılardır. O zaman Sovyet ve Avrasya Paktı’nda yer alan Türkiye, Batı’ya karşı güçlü bir ülke konumundaydı. Şimdi yeniden bir Avrasya Paktı sözkonusu. Türkiye bu paktın içinde mutlaka yer almalıdır. Yoksa başını dertten kurtaramayacak. Rusya, Çin ve Hindistan’la anlaştı, bu üç devletin nüfusu hem çok kalabalık, hem nükleer güçlerdir. Bunların içerisine bizim 5 Türki devleti de girdi. Orada muazzam bir blok var. Bu bloka iki ülkenin daha girmesi lazım; İran ve Türkiye.
Mustafa Kemal’in sağlığı boyunca Batılılarla imzalanmış bir tek anlaşma yok. Buna mukabil, Musul yüzünden İngilizler’le, Hatay yüzünden Fransızlar’la, 12 Ada yüzünden de İtalyanlar’la az kalsın harp edecekti. Buralarda söz dinlemediği için İngilizler Kürtleri tahrik etti, Fransızlar Dersim İsyanı’nı çıkardı, İtalyanlar da nutuk attı.
Türkiye Çağdaş uygarlık düzeyine çıkabilmek için ne yapmalıdır?
Bunun için Türkiye’nin ekonomisi ulusal olmalıdır. Türkiye ne yapıp yapıp kendi ulusal sentezini yapmak zorundadır. Ulusal kültür sentezi yoktur.Osmanlı ve Selçuklu inanılmaz güzellikte bir ümmet kültür sentezi sunmuştur. Gazi, Dil Kurumunu ve Tarih Kurumu’nu bunlar için kurmuştur. Biz burdan Batı kültürü, Batı kültürü deyip duruyoruz, oraya gidince Batı kültürünün olmadığını görüyorsunuz. Fransız kültürü, İngiliz kültürü, Alman kültürü, Amerikan kültürü var. Hepsi birbirinden çok farklıdır. Tek ortak değerleri; Hristiyanlık. Onlar, Batı Hıristiyan Kültür çevresini oluşturmuş. Burda da bir doğu müslüman kültür çevresi var. Müslümanlık din olarak ayrı, ama bir de kültür boyutu var. Kültür olarak bunu bırakıp Hıristiyan kültüründen yararlanıp ulusal sentez yapamazsınız. O zaman ne oluyor aydınla halk arasında şimdi yaşadığımız karşıtlık çıkıyor. Halk aydını benimsemiyor, itiyor. Aydın da halkı benimsemiyor, bundan da gavur yararlanıyor. Aydını kullanıyor istediğini yaptırıyor. İşte görüyorsunuz; milyon dolarlar gönderip istediği gibi kullanıyor. Çünkü senin kendi değer ölçülerini ortadan kaldırıyorlar. Bu defa halk pusulasını şaşırıyor. Kültürsüzleştiriliyor.
Sadece aydınların mı, devleti yönetenlerin de halkla, halkın değerleriyle arası barışık değil sanki..?
Şu adamlara (AKP’lirere) niçin oy verdiler? Ben seçim günü de söyledim, ‘Bu seçimin ve bundan önceki seçimin önemli tarafı kazananlar değil, kaybedenlerdir.” Her iki seçimde de kaybedenler Türkiye’ye son 50 yıldır aynı dış politikayı empoze edenlerdir. Halk bunları tasviye ediyor. Peki niye bunlara rey verdi? Kime versin. Denenmemiş başkası yok. Bunları acaba yaparlar mı diye deniyor. Hem müslüman, hem ılımlı, hem de Batı seviyor.
Niye seviyor Batı?
Anlaştı bunlar Batı’yla. Başında her şeyi sattılar, şimdi ne yapacaklarını bilmiyorlar. Asker fırçalıyor bunları durmadan. 1940’lı yıllarda ‘NATO’ya girersek esir olacağız’ diye yazdığı için Mehmet Ali Bey’i fakülteden kovdular.
Az gelişmişliğin sonucu değil mi bunlar?
Biz az gelişmiş bir ülke değiliz. Birleşmiş Milletler’in istatistiklerine göre dünyada 20., Silahlı Kuvvetlerde de 6. sıradayız. Bunun neresi az gelişmişlik.? Sorun adaletsiz gelir dağılımında, kişi başına düşen milli gelirde. Uygulanan sistem, fakiri daha fakir zengini daha zengin yapıyor.
Kalkınmaktan vazgeçtik, asıl kötü olanı, kalkınma politikasını cumhuriyet döneminde yetişen sağcı politikacıların da benimsemesine rağmen, yabancıların baskısıyla terketmiş olmamızdır. İki tane sağcı lider vardı ikisi farkında olmadan zannediyorlardı ki, Komünizme karşıyız ya, ABD ve Avrupa bize destek olur onlara da dayanarak kalkınırız sanayimizi kurar herşeyi yaparız. Bunlardan Süleyman Demirel, diğeri Erbakan’dır. İkisi de Türkiye’nin kalkınmasına inanırlar, sanayileşmesine inanırlar, Türkiye’nin güçlü olacağına inanırlar. Demirel’in bir konuşması vardır Meclis kürsüsünden, ‘7 tane büyük enerji ve sanayi kompleksi kuracağız. Gerekli bütün planları yaptık, fizibiliteleri hazır. Bunun için krediye ihtiyacımız var, krediyi önce Amerika’dan istedik vermedi. Avrupa Birliği’nden istedik vermedi, Dünya Bankası vermiyor. Böyle bir çaresizlik içindeyiz’ diye şikayet ediyor. O zaman Ruslar, biz yardım edelim dediler. Demirel vatansever olduğu için üstüne atladı işin. 7 büyük anlaşma yaptık Ruslarla. İskenderun Çelik, o zaman yapıldı. Bu hiç affedilmemiştir. Hatta ben bir yazımda da yazdım ’12 Eylül’ün arkasında bunu arayın, sen Ruslarla anlaşıp böyle şeyler yapar mısın? Al sana darbe..’
12 Eylül darbesini ordu yapmadı mı..?
Tamam ordu yaptı ama, cihet-i askeriyenin bu konudaki tavrı, Rusya yıkıldıktan sonra netleşti. Çünkü NATO, Rusya’ya karşı öyle şartlandırıyordu ki bizim orduyu, ‘Rus bolşevikler gelecekler ananızı ağlatacaklar, sıkı duralım onları yıkalım’ Öyle ki; Türkiye’de bir karışıklık çıkıyor Ruslar yapıyor, talebeler dövüşüyor Ruslar çıkarıyor denildi.
O zaman ordu dolduruşa mı geldi?
Hem de nasıl… Hem de nasıl. Demek istediğim şu; Türkiye NATO’ya angaje edildikten sonra, iktidara geldikleri zaman istediklerini yapamama gibi bir çaresizlikle karşı karşıya kaldılar. Bu çaresizlik içinde cambazlık etmeye gayret ederler çünkü, hiç birinde kuvay-ı milliye cesareti yoktur.
12 Eylül darbesinde dış güç parmağını inkar edemeyiz, çünkü Komünizmle Mücadele Cemiyeti İzmir’de kurulduğu sırada, Fethullah Hoca bu cemiyetin içindeydi. Ben o zaman Demokrat İzmir’i yönetiyordum. İşin tamamen içindeydim. Komünizmle Mücadele Cemiyeti niye kuruldu? Yahu Türkiye’de komünizm yok. Komünistlik de yok.
Kim kurdu o zaman?
Kim kurduracak, belli. Öyle bir şey ki bunu kurdurdular, ama mücadele edeceği adam yok. ODTÜ’nün, Hacettepe’nin solcu 68 Kuşağı hareketleri onun kurulmasından sonradır. Onun çatışacağı düşmanı orda örgütlediler. Çünkü 68 Kuşağı da şaibeli bir kuşaktır. Kimler tarafından yönlendirildiği şüphelidir. 68 Kuşağı Fransa’da ayağa kalktığı zaman Komünist Partisi onları desteklemedi, Bunları ABD bizi bölmek için yapıyor diyerek onlara karşı çıktı. Çünkü hepsi Maocu’ydu. Yani oyun çok büyük. O oyunun içinde burdaki çocuklar dünyadan haberi olmadan, ortaya çıktılar.
Anlaşılmaz olaylardan biri de, kan gövdeyi götürürken, şiddetli çatışmalar yaşanırken, 12 Eylül sabahı düdük çalıyor herşey bıçakla kesilmiş gibi sona eriyor. Bu nasıl oluyor?
Tabii tabii… Bütün bunların geride hazırlandığı örgütlendiği, gizli servislerin rol oynadığını artık herkes biliyordu. Fakat Rusya’nın dağılışı bizim nihayet intibaha gelmemize imkan sağladı, Silahlı Kuvvetler yola girdiler. Gördüler ki, bize kazığı atan Ruslar değil, Amerikalılar’dır.
İNÖNÜ İLE ATATÜRK HİÇ AYNI DÜŞÜNMEDİ
İsmet Paşa, Mustafa Kemal’le aynı düşünmüyor muydu? Ordunun siyasete karışmasına karşı değil miydi?
İsmet Paşa ile Mustafa Kemal arasındaki beraberlik çok ciddi bir dostluk sanılıyor ki, değil… 1935’li yıllarda İsmet Paşa yeni bir Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) tüzüğü hazırlamaya karar veriyor. İsmet Paşa, o zaman hem Başbakan hem CHP’yi idare ediyor. Genel sekreteri de bildiğimiz Recep Peker. Yeni tüzük hazırlansın diye İsmet Paşa Recep Peker’i Avrupa’ya gönderiyor, Avrupa’daki partileri incelemesini istiyor. Tüzük geliyor, İsmet Paşa ve Recep Peker İmzaladıktan sonra Mustafa Kemal’e sunuyorlar, tüzüğü önce katipi olan Hasan Rıza bey alıyor. Hasan Rıza Bey de akşam Mustafa Kemal’e takdim ediyor. Ertesi sabah geldiğinde Hasan Rıza Bey, Mustafa Kemal’i daha banyodan yeni çıkmış bornozu sırtında elinde o belge ile görüyor, Mustafa Kemal soruyor, ‘Kimmiş bu zorbalar? ‘ diyor. Tabir aynen bu. ‘Hangi zorbalar? ‘ diye soruyor Hasan Rıza Bey. M.Kemal diyor ki, ‘Bu tüzüğün söylediği zorbalar. Çünkü tüzüğü hiç beğenmemiş, hatta kızmış, neden? Nedeni çok basit. İsmet Paşa, Recep Peker’i Almanya ve İtalya’ya göndermiş. İncelediği partilerse biri Nazi Parti, biri Faşist Parti. CHPtüzüğü bir Nazi ve Faşist parti tüzüğü. Tüzükte bir yeni kuruluş var, o da şu, Büyük Millet Meclisi’nin üstünde bir yüksek konsey. O yüksek konseyin, Almanya ve İtalya’daki ismi ‘Yüksek Faşist konsey.’ Yani Meclis onların işine gelmeyen bir karar alırsa, o konsey bunu reddedebiliyor. Yani Cumhuriyet fikri, halk hakimiyeti hepsi gümbürtüye gidiyor. Mustafa Kemal, ‘İsmet bunu görerek mi imzalamış? ‘ diyor.
6 ay sonra Recep Peker’i 1 yıl sonra da İsmet Paşa’yı görevden alır. İsmet Paşa’nın o tüzüğü yaptırmasının nedeni; Mustafa Kemal’in hasta olduğunu bilmesidir. Gazi’nin öleceğini de biliyorlardı. Nasıl olsa ölecek kendi iktidar olacak, iktidar olunca da uygulayacaktı. Tüzüğün bir kısmını Gazi, Kurultayda değiştirse de tamamı değişmemiştir. Dolayısıyla CHPtüzüğü Nazi ve Faşist tüzüktür. Hiçbir şey de değişmemiştir. Almanya’da da İtalya’da da devletle parti birdir. Bizde de öyleydi.
1936’da, babam Konya’nın Ilgın ilçesinde kaymakamdı, Konya valisinden tebrik geliyor, Tebrik’in altında şu yazıyordu; Cemal Bardakçı altında ‘Konya Valisi ve CHP İl Başkanı’ ikisi beraberdi. Aynen Nazi’ler gibi. İnönü, yönetimi eline aldıktan sonra Gazi’yi isyan ettiren o zorbalıkları fiilen uyguladı. Asıl önemlilerinden biri de şu; Mustafa Kemal’in kurduğu müdafa-i hukuk ve onun hükümetleri, TBMM,İstiklal Savaşı yaparken savaştan sonra izlediği dış politika ile İnönü’den farklıdır. Bir, Mustafa Kemal Sovyetlerle dost oldu, iki İran’la işini sağlama bağladı, üç, güneydekiler (Irak ve Suriye) ile işbirliğine girdi. Gazi’nin Türkiye için düşündüğü jeostratejik savunma doktrini Batı’ya karşı. Cenahını Rusya ile güvene alıyor, güneyini Sadabat Paktı’yla güvene alıyor, sırtını İran’a veriyor. Şah da buraya ziyarete geliyor. Ve Şah’la çok yakındırlar. Şimdi bir bu mantığı düşün, bir de Gazi öldükten 8 ay sonra Fransa ve İngiltere’yle gidip ittifak yapan İsmet Paşa’yı düşün.
BUGÜN ORDUNUN BAŞINA MEHTERİ KOY YİNE VİYANA’YA GİDERSİN
Mesela bir Alman Milletvekili Türkiye’ye geldiğinde, ‘Ben Almanya’nın Genelkurmay Başkanı’nın adını bilmiyorum’ demişti. Ama bizim ülkemizde sanıyorum dağdaki çoban dahi kuvvet komutanlarımızın ismini eksiksiz bilir. Bu bir fark değil mi?
Şimdi hiç nefesini yorma çocuğum. Bu millet asker millettir diye bir laf var. Bütün başbuğlarımız Türk tarihinde hep askerdir. Bu memleket askerdir. Askerlerce yönetilir.
Doğru mu peki?
Doğrudur. Çünkü biz öyle yönetilmeye alışmışız.
Sizce Türkiye bu çıkmazdan nasıl kurtulur?
Türkiye’de savunmanın, eğitim ve öğretimin ve ekonominin kesinlikle ulusal olması lazım. T.C. bunu örgütlemezse geleceği iyi değildir. Ordu bile ulusal davranamıyor, zaman zaman taviz veriyor. Ordumuzu Almanların, donanmamızı İngilizlerin, jandarmamızı Fransızların eline verdik battık. Şimdi hepsi birden NATO’nun kontrolünde. Milli Eğitimimiz Avrupa Birliği’nin kontrolünde. Ekonomimiz Amerika ve Avrupa’nın kontrolünde. Olmaz.
Bir yazınızda ‘inek solculuğu’ndan bahsediyorsunuz. Bu benzetme ile neyi anlatmaya çalışıyorsunuz?
İnek solculuğu her zaman var. Şimdi mesela başka bir solculuk var onlar kendilerini solcu sanıyor bana göre değiller. Türkiye’de bütün siyasi hareketleri Batı kontrol ediyor. İsim vermek istemiyorum bazı solcu geçinen partiler var, nutuklar atıyorlar falan, fakat geride o Avrupalılık fikrine taraftarlar. Avrupalıların himayesindeler. Avrupalılarla işbirliği içindeler. AKP neyse onlar da o. Hiç farketmez. Onlar iktidara geldiğinde yine Avrupa iktidara gelecek.
ABD, İSLAM COĞRAFYASI’NA SALDIRIYOR
ABD’nin son operasyonu neyi amaçlıyor?
Rusyayı dağıttılar, Yugoslavya’yı dağıttılar, Irak’ı dağıtıyorlar, İran’ı dağıtacaklar, Suriye’yi dağıtacaklar, Türkiye’yi dağıtacaklar, sistem bu. Çünkü petrolun düğümü İslam Coğrafyasında. Ona sahip çıkmak istiyorlar. ABD dünyaya hakim olmak istiyor çok açık. Gizlemiyor.
Türkiye gereken tavrı alabiliyor mu?
Türkiye’nin şimdiki halde bir tavrı yok. Ne yapacağını şaşırmış durumda. Yapabileceği şey Avrasya ile flört etmek. Zaten tek kurtuluş da o dur. Gazi’nin politikasını uygulamaktır, nedir o; Avrasya’ya el atmak, komşularla işbirliği yapıp, Batı’ya cephe almak.
Türkiye’nin güney politikası Mustafa Kemal’in politikası olmalıdır. Nedir? Irak ve Suriye’ye siz de bağımsız olun beraberliği konuşalım, gerekirse federasyon yapalım, diyor. Bu Türkiye’nin Ortadoğu’da Balkanlarda haklarını savunabilmesi için en akıllıca bir yoldur.
Ama milyarlarca dolar borç var, eli mahkum değil mi?
Hiç önemi yok, Türkiye’nin ekonomisi güçlü, hiç güçlü olmasa gavur gelir burda o kadar yatırım yapar mı? Türkiye’nin yıkılacağı falan yok bunlar laf. Dünyanın 6. Büyük ordusu sende olacak sen yıkılacaksın. Bugün ordunun başına mehteri koy yine Viyana’ya gidersin.
Şimdi yapılacak şey farklılıkları bir yana bırakıp, ülkeyi sağlama bağlamak, kozlar sonra da paylaşılır.
Silahlı Kuvvetler sadece 12 Eylül’de değil pek çok kez darbe yapmıştır..?
Darbe yapmak akıllılık değil. Mustafa Kemal ideolojisini incelediğiniz zaman, ‘Askerle politikayı ayırmalıyız’ diye yırtındığını görürsünüz… Bunu söylerken yaşadığı tecrübe var, ittihatçıları biliyor.
Kendi de ittihatçıydı..?
Kendisi tam bir ittihatçı değildi. Gazi hepsini bir yokluyor, masonluğu bile yoklamış, fakat sonra masonlara tavır takınıyor ve Türkiye’de yasaklıyor faaliyetlerini.
Çankaya’ya sık sık gelen Gazi’yle görüşen bir adam var. Meğer bu Gazi’ye masonluğun kötü olmadığını anlatmak için gelirmiş. Geliş nedeni, Gazi Yargıtay’daki bir üyenin mason olduğunu öğrenince görevden almış, bunu alınca masonların etekleri tutuşmuş, onu yollamışlar, ‘Aman böyle olmasın’ çünkü masonlar herşeye hakim olacak ya… Gazi bunun mukabilinde ne yaptı, hepsini kapattı.
Şimdiki masonlar Atatürkçü olduklarını herkesten çok dillendiriyorlar?
İnönücü onlar. Atatürkçü değil, Atatürk masonluğu yasaklamıştı. Şimdi bakın, İki büyük Mason. Birisi Selanikli maliyeci Cavit Bey’dir. İttihatçılar zamanında Maşrık-ı Azam oydu. Yenildiler hepsi kaçtı, ama o İstanbul’da idi. İşgalciler geldiler, Hürriyet ve İtilafçıların içerisinde masonların en kıdemlisi de Filozof Rıza Tevfik Bey’di. İnanılmaz birşey… Biri itilafçı, biri ittihatçı birbirlerine kedi köpek gibi düşman olmaları lazım gelen bu adamlardan birincisi Maşrık-ı Azamdı. Maliyeci Cavit Bey İttihatçıların Avrupalı adamıydı, Avrupalıların menfaat ve fikirlerini savunuyordu. Filozof Rıza Bey de Sevr maddesini imzalayan adam. Masonlar bunlar. Mustafa Kemal’in bunlardan yana olması mümkün mü? Gazi bunlardan birini astı birini sürdü.
Sevr’i Masonlar imzaladı yani?
Öyle… Aşağı yukarı.
Kürtçe serbest bırakılabilir mi?
Bakın bizim imparatorluğumuzda yıllarca kalan milletler bizden ayrıldıklarında hiç bir şeylerini kaybetmeden ortaya çıkabildiler. Hiç dokunmamışız onlara. Cezayir, Tunus yıllarca bizde kaldı, hiç kimse Türkçe bilmiyor. Yüz yıl Fransa Hakimiyetinde kaldı, herkes Fransızca konuşuyor.
Sizce Atatürk de istismar ediliyor mu?
Atatürk’ün istismarı özellikle İsmet Paşa ve Bayar (Celal) döneminde yapıldı. Atatürkçülük diye İnönü mantığını savundular. Ve bizi Batılılaşmaya sevkettiler. Halbuki Gazi’de Batılılaşmak yok durmadan Batı’ya karşı adam.
Şimdi?
Şimdi benden başka Kemalist kalmadı ki.
Biraz da 28 Şubat’ı konuşalım, tankların yürümesi, üst üste verilen üst düzey askeri kişilerin demeçleri… Demokrasi içinde bunları nereye koyabiliriz?
Bu meselelerde, Batı ülkelerinde işçi sınıfı devreye girer. Ve çok güzel çözer, nasıl? Bir genel grev yapar hükümet gider. Ama sen işçi sendikalarının tepesine vurursan, adamları hapse atarsan partilerini kapatırsan, canlarını yakarsan, işçi sendikaları devre dışı kalırlar. Demokrasi demek sermaye gücüne karşı emek gücü demek.
28 ŞUBAT’TA MASONLARI GÖRMEZDEN GELDİLER
O dönemde gündemden düşmeyen cemaatler, Fadime Şahinler, ne oldu da bir anda kayboldu? Daha da önemlisi bu ülkede, kökü dışarda din dışı faaliyet gösteren tehlikeli gruplardan neden hiç bahsedilmiyordu?
Bakın ben 28 Şubat sürecinde de yazdım, diyorum ki, bir takım İslami tarikatların geliştiği, beslendiği hatta semirdiği doğrudur, bunların bir kısmının büyük servetleri olmuştur, bu büyük servetlerle büyük işler yapmaktadırlar. Ama Türkiye’de hiç lafı edilmeyen bir takım başka tarikatlar da vardır, Silahlı Kuvvetler bunları görmüyor mu? Soru buydu. Ve isimlerini sıralamıştım; masonlar, rotaryenler, lionslar, bunların hepsi tarikat, bu tarikatların aynı şekilde ilişkileri servetleri, aynı şekilde fırıldakları vardır. Öbürleri nasıl burunlarını siyasete sokuyorlarsa bunlar da burunlarını siyasete sokmaktadırlar hatta şunu da ilave etmiştim bir konuşmamda, ‘hatta müslüman tarikatlar onları taklit etmektedir. Çünkü ilk başlayan onlardır.’
Sizce niçin ses çıkarılmıyordu?
O zaman ses çıkarılmıyordu bunun da iki sebebi vardı; birincisi yüksek kumanda kademesinde masonlar vardı. Öyle olunca tabii dokunulmaz oluyorlar. Ama yüksek kademe içerisinde Nakşi bulamazsın o yok. Olsaydı belki onları da mazur gösterirlerdi o zaman. Demek ki biraz ondan oluyor.
Oysa TSK mensuplarının kökü dışarda dernek ve kuruluşlara üye olması yasak, öyle değil mi?
Şimdi tabii bundan haberdar olmadınız herhalde, çünkü büyük basının yarısından çoğu mason olduğu için bunları yazmadılar. Bundan aşağı yukarı 4-5 ay evvel Genelkurmay Başkanlığı bir tamim yaptı ‘Masonluk, roteryenlik gibi kulüplere üye olanlar hakkında takibat yapılacaktır’ şeklinde. Yani şimdi intibaha geldiler, onları da atacaklar. Daha yeni, yeni. Bana sorarsanız, 12 Eylül yani Turgut Özal’dan İsmail Hakkı Karadayı’nın Genelkurmay Başkanlığına kadar olan dönem içerisinde yönetim tamamiyle dış merkezliydi.
Bakın Çevik Bir Amerika’nın adamı, tasfiye edildi, onu tasfiye ettiler. ÇevikBir. Doğan Güreş olacaktı, onun için yetiştirilmişti. Bilmediğiniz bir şey de söyleyeyim; Sabatayisttir, dönmedir. Son zamanlarda dönmelere çok cesaret verdiler… Dönmelere bir şey diyemezsiniz, bütün sultanlarımız dönmedir unutmayın. Devşirme bizim sistemimizde var. Devşirmeyi kötü bir şey saymayız. Biz Osmanlıyız onu unutmayın.
İstersen müslüman ol ama, çıkıp da ‘benim inandığım gibi olacaksın’ dersen bu olmaz.
MECLİS BAŞÖRTÜSÜ YASAĞINI KALDIRIRSA SAYGI DUYARIM
Aynı şekilde Laiklik adına, benim gibi giyinecek benim gibi konuşacaksın dersen bu da yanlış değil mi?
Laikliğin icad edildiği Fransa’da biri fakülteye girerken o fakültenin giyim talimatnamesine uymak zorundadır. Fakültelerin, bazı müesseselerin giyim talimatları vardır. Bunları önleyemezsin. Onlar onu öyle görmüşler yazmışlar. ‘Böyle yapmakta haksız davranıyorsunuz’ dersin, oturma eylemi de yaparsın bunlar senin hakkın ama zorla bu işi yapmağa kalkamazsın.
Kimse zorla bir şey yapmıyor ki, haklarını arıyorlar?
Zorla yapmıyor ama zor çıkıyor neticede.
Tepkileri duyan yoksa ne olacak?
Duymazlarsa o devletin işi, buna karışamıyorsun işte.
Ama bu inanç meselesi ise, inanç özgürlüğü istenemez mi?
Hayır. Şimdi askere giden bir kız ben türbanla gideceğim diyebilir mi? Talimatnamesi vardır. Ona uymak zorundasın. Müesseselerin böyle hakları vardır.
Bu mudur demokrasi?
Demokrasi başıboşluk değildir. Karl Marks’ı anacağım, Marks diyor ki, ‘Hürriyet, zaruretlerin idrakidir’ bunu bir kenara yazın.
Tam tersini düşünün, öyle bir iktidar geldi ki, demokrasi ve devlet adına bir genelge yayınladı, bundan böyle bayanlar başı açık olarak üniversiteye giremezler. Aynı fikirleri savunur musunuz?
Devlet koymuşsa değil, Meclis koymuşsa savunurum.
Meclis böyle bir yasa çıkarırsa savunur musunuz?
Bitti. Gayet tabii. Yahu sen o zaman halk hakimiyetini savunmuyorsun. Halk hakimiyeti önemli. Demokrasi hakkındaki fikriniz yanlış, demokrasi o değildir, demokrasi disiplinlidir. Fransa bunun örneğidir inanılmaz bir disiplin vardır orda.
Ama bugün Meclis’in başörtüsünü yasaklayan bir kanunu yok ki?
Zaten her yerde de türban yasağı yok ki, isteyen geziyor dolaşıyor. Belirli yerlere giremiyorsun. Niye çünkü onlar yasaklamışlar. Onlara da karışamıyorsun.
Şimdi sen YÖK’e müdahale edemiyorsun.Çünkü onlar Cumhuriyetin kurumları, nasıl orduya müdahale edemiyorsan ona da edemiyorsun.
Askerde iken, Silahlı Kuvvetler tarafından hazırlanmış, ‘Yıkıcı ve Bölücü faaliyetler’ kitabında Mustafa Kemal’in ‘Komünizm bir yılandır, görüldüğü yerde başı ezilmelidir’ şeklinde bir sözü var. Sizin anlattıklarınızla çelişmiyor mu bu?
Uydurma bir laftır, ben sana bunun tam aksini söyleyen yüz tane Gazi’nin lafını çıkarır getiririm. Mustafa Kemal bolşevikliği de savunuyor, Sosyalist partilerini de savunuyor, hatta Sovyet heyetinin başındaki adama şöyle bir lafı var; ‘Bizim komünistlerle bir problemimiz yok. Hatta biz burda bir komünist partisi kurduk, ben de üyesiyim’ diyor. Mustafa Kemal Türkiye Komünist Partisi’nin üyesidir. Daha komiğini söyleyeyim. TBMM İçinde kurulan ilk iki partinin ikisi de komünisttir. Birisi Türkiye Komünist Fırkasıdır. Biri de Halk Iştırakıyyün Cemiyeti’nin fırka haline gelmiş şeklidir.
O sizin söylediğiniz hikaye, soğuk savaş döneminde -ismini söylemek istemediğim- tarihçi geçinen ama çok palavrası olan bir arkadaşımızın uydurmasıdır. Böyle birşey yok.Gazi ‘Komünizm ezilmelidir’ diyemez. Çünkü bütün politikası komünizmle dostluk üzerinedir.
Politikayı düşünür müsünüz?
Politikayı sevmem,
Oy vermediniz mi?
Hayır vermem.
Atatürk’ün Partisi var CHP..?
Atatürk’le ne alakası var CHP’nin. Demin anlatttım sana tüzüğünün nasıl oluştuğunu. Mustafa Kemal neyi kayıp etmiş de onu bulmuş CHP.
DİN ÇATIŞMASI YAPILACAK
Mihri Belli ile aranız nasıl?
Mihri’yi ben başından beri sevmem. Onlar bizden daha önceki nesilden ama Amerikancıdır.
Mihri Belli de Amerika’ya karşı olduğunu her fırsatta dile getiriyor..?
Mihri’nin Yunan Komünist Partisi’yle Yunan Komünist Partisi’nin de Amerika’yle arası çok iyidir. Bu ilişkileri bilmek lazım.
Eskiden sağ-sol kavramlarını kaşıyarak çatışma amaçlayanlar şimdi neyi kaşıyorlar?
Şimdi dini kaşıyorlar. Çünkü yalnız Türkiye’ye mahsus değil dini inançlar. Afganistan’da da aynı şeyi yaptılar o çevrede ılımlı bir müslümanlık meselesini kaşıyorlar, bunu kaşımaya devam edeceklerdir. Hıristiyanlıkta, ümmetçilikten millete geçerken yani burjuvazi iktidar olurken çok ciddi bir değişiklik yaşandı. İslam’da bu yaşanmadı çünkü İslam’da burjuvazi bir türlü çıkmadı. Burjuvazi daha yeni yeni çıkıyor yeni yeni çıkınca da kendine göre bir din isteyecektir.
Sizce Türkiye’de demokrasi uygulanıyor mu?
Klasik manada sadece Türkiye’de değil, hiçbir yerde demokrasinin olduğu söylenemez. Ben kesin demokrasiden yanayım. Sosyalist demokrasinin de ne olacağını çok rahat tarif edebiliyorum. Sosyalist demokrasi de olabilir. Ülke komünist de olur ama partiler gene olur.
Gerçek anlamda Laiklik uygulanıyor mu?
Türkiye laiktir ama Türkiye’de laikliği din aleyhtarlığı, dine karşı gelme gibi yorumlayan bir kesim vardır. Bazı iş çevreleriyle masonlar ve farmasonlardır. Asıl ordadır bunların başı.
Laikliğin uygulanış şekli de bunda etkili olmuş olamaz mı?
Yoo. Yahu Türkiye’de gerçek anlamda laiklik olmasaydı dindar gözüken partiler iktidar olabilirler miydi?
Dindar kesim üzerine kurulan baskılardan dolayı kasdettiğiniz partiler oy almış olamaz mı?
Hayır. Halk dış politikanın başka olmasını istiyor, öncekileri tasviye etti bu belki yapar diye… Halk Batı ittifakı istemiyor, Batı’yla anlaşmak istemiyor, iki seçimde de hep bunlar kaybetti.
Askerin konumu ve müdahalelerini nereye koyacağız?
Bizim geleneksel idare anlayışımız yönetimin güçlü olmasındandır. Biz de herkes, ‘Assınlar iki üç kişiyi bak nasıl düzelir herşey’ der. Bu bizim mantığımızdır. Biz askeriz unutmayın. Biz Avrupalı değiliz…