Klasik şiirimizin imkanları ve o günkü sosyal yaşam , günümüzden oldukça farklı ve değişik olduğu için , şiirimizin evrimi de değişik olmuştur . Yaşayan şairlerden dünün şiir edasını beklemek ne kadar yanlışsa , dünün şiirinin imkan ve muhtevasını , günümüz şairlerinden beklemek de o kadar yanlıştır . Çünkü yeni şiirin inşa alanı dün gibi değildir ve olamaz da .Her taş yerinde ağırdır kuralı gereği , ben divan şiirimizi ya da Klasik Türk şiirimizi ayrı bir yere koyuyorum . Bu şiiri ve şairlerini de çok seviyorum . Günümüz şiir ustalarının , eski şiirin imkan ve malzemelerinden yararlanmaları da çok doğal . Çünkü eski şiirimiz tam bir soyut şiir madenigibi . İnsanın soyut ve mana anlatımı eski şiirde daha bir başka . Çünkü o şiir tam bir İslâmî literatüre oturur . Günümüz İslamcı şairleri bile , o anlayışa ve imkana sahip değildir ! Çok sevdiğim eski şiirlerden bir demet yaparak , onları yorumlamaya ve anlamaya çalışalım . Dolayısıyla okuyucuyu da o münbit şiir alemiyle buluşturmuş oluruz .
Divan şiiri okumalarını çok özenli yapan biri olarak , seçtiğim şiirler tamamen bana özel ve tekil beğeniye dayalı metinler olacaktır . Yani seçili şiirler , benim zevk dünyama has ve kendime yakın bulduğum metinlerdir . Birinci şiirimiz , şair Ulvî ‘ nindir : “Arz-ı hâl etmeğe cânâ seni tenha bulamam / Seni tenha bulıcak kendimi asla bulamam .” Sevgiliyi dertleşmek için arayan şair , onu bir türlü yalnız bulamaz . Bulduğunda da sevgiliye kavuşamaz . Çünkü vuslat aşkta ayrılık işaretidir . Kavuşma asla iyi değildir . İnsanın Allahı arayışı ve kavrayışıyla , sevgiliyi araması arasında ilişki vardır . Tasavvuf bu arayışın adıdır da . Sevgiliyi tenhada arayan âşıkla , Allahı bir başına arayan sufi arasında ilişki vardır ! Sevenle sevilenin bir arada olması başlı başına bir ayrılık halidir zaten . İnsanın dünyadaki arayışı ve ahiret yurduna yatırım yapması gibi . “ Kavuşmak yok ki cihanda ayrılık olsun “diyen Özdemir Asaf ; belki de beytimizi şerh etmiş , ne bilelim ?
Klasik şiirimizin dünyaya bakışı ve onu algılayışı bugünün insanından oldukça farklıydı . Belki de bu farklılık mana zenginliğimizdir . Çünkü şiirin değişen mana arkaplanı , yeni şiirin kapılarını başka ufuklara ve unsurlara yöneltmiş ama , eski şiirin alem tasavvuru da yeniyi etkilemeye devam etmiştir. Yahya Kemal şiirinde ve poetikasında olduğu gibi . Divan şairinin dünya tasarımı tamamen ahirete matuftur . Yenişehirli Avni ‘ nin çok sevdiğim dizeleri , makama ve mevkiye tapanlara iyi bir eleştiridir:” Sanman ki taleb-i devlet ü câh etmeye geldik / Biz aleme bir yar için âh etmeye geldik.” Sanmayın ki biz dünyaya mutluluk ve makam için geldik heyhat , biz dünyaya sevgili için âh etmeye ve çile çekmeye geldik diyor . Ne güzel bir medeniyet ve dünya algısı . Allah için (sevgili ) çileye talip olmak . Sevdiği uğruna çile çekmeyen âşık , nasıl mutlu olur . Aşk emek ister . Yenişehirli Avni de aşkın ucuz olmadığını , makama ve mülke de değişilemeyeceğini anlatmaya çalışıyor . Makam ve mevki için, dünya nimetlerine teslim olamayan bir âşık . Şiirin bir başka yorumu da , Terzi Dede adlı sûfîden: “Mutluluğun reçetesi , dünya için Allahı sevmemektir .”
Dünyaya bakış açısı politik olan divan şiiri ve şairleri de oldukça fazladır . Klasik şiir de sosyal yaşam yoktur diyenlere kapak olacak bir beyitte sıra . Divan şairi sosyal yaşamın nasıl dışında olur ? Hepsi de iyi ve okumuş çevrelerde yetişmiş şairler değildir . Bazı divan şairleri İstanbul ‘ un ya da bulundukları Osmanlı kentinin varoşlarında yetişmişlerdir . Bunu düz bir mantıkla değil , okuma ve tespitlerime dayanarak söylüyorum . Onlar sadece Nişantaşı sanatçıları değillerdi ! Bugünküler gibi , devlet parası yiyip devlete söven bir sanat damarları da yoktu . Sadece hakkı tutan ve eğlenceci olmayan adamlardı .Ruşenî ‘ nin dizeleri bugün bile politik dili olan mısralardır . Kimse kelimesiyle oynayan ve kelimenin tekrarıyla anlam oyunları yapan şair ; hiç kimse sahibiniz olmasa bile , bize Allah yeter diyor : “Kimsesiz hiç kimse yok var herkesin bir kimsesi / Kimsesiz kaldım yetiş ey Kimsesizler Kimsesi “ Kimsesizlerin kimsesi olan Allah ‘ tır . Nida sanatıyla Allaha seslenen ozan , ancak ona güvenin demektedir . Herkesin bir kimsesi olması ne güzel ! Pratikte bu da olmasa da , bize Allah yeter diyor . Günlük yaşamda da öyle değil mi ? Kula kul değil , Allaha kul olma meselesi . Onur da budur . Demek ki divan şairi çevrenin dışında ve meselelerin kenarında durmuyormuş !
Sorunları ve aşk çilesi çekenleri en iyi tanımlayan bir divan beytiyle devam edelim . Şair sanki çağdaş insanı ve onun stresli yaşamını resmetmiş . Derdi en iyi çeken bilir . Günümüz insanı kalabalıklar içinde sosyal yalnızlık çekiyor . Hüzünlü ve gamlı insanlar toplumda sorun yumağı gibi görülür ama , hüzünlü insan sorun çözen insandır . Onun dinlenilmeye ve anlaşılmaya ihtiyacı vardır . Sanatçı da biraz böyledir . Anlaşmazlık da bir anlaşılmadır diyerek dizemize bakalım : “Şeb-i yeldâyı müneccimle muvakkit ne bilir, / Mübtelâ-yı gama sor kim geceler kaç saat.” En uzun gecenin hangisi olduğunu vakit ve yıldız ilimleriyle uğraşanlar ne bilsin. Sen gecelerin kaç saat olduğunu , aşk yüzünden gama tutulmuşlara sor diyen Sabit , ne güzel söylemiş . Aşkı en iyi yaşayanlar bilir . Onun çilesini çekenler de , en iyi aşk erbabıdır . Yoksa astroloji uzmanları ve gökbilimciler aşkın kimyasını ne bilsin ? Yanlış mı? Şarkıdaki gibi her şey yalan , aşk gerçekmiş ! Çünkü aşk tanımlanamaz bir hâldir .
Yazımızı klasik şiirimizin ustalarından birinin mısralarıyla bitirelim . Fuzulî der ki : “Ne yanar kimse bana âteş-i dilden özge / Ne açar kimse kapım bâd-ısabâdan gayrı” Muhabbetle ve aşkla kalınız.
Günün şiiri : “Gitdin ammâ ki kodun hasret ile cânı bile / İstemem sensiz olan sohbet-i yârânı bile “
(Neşâtî)
İsa Çolaker