Son Haberler
Anasayfa / afilli / BERABERLİĞİN KURUCU,TEFRİKANIN YIKICI GÜCÜNÜ GÖREBİLMEK

BERABERLİĞİN KURUCU,TEFRİKANIN YIKICI GÜCÜNÜ GÖREBİLMEK

Pocket
Bookmark this on Google Bookmarks

Müslümanların gerçek bir din kardeşliği duygusuyla birlik ve beraberlik içinde hareket etmesi gerektiğine sürekli vurgu yapan Mehmet Âkif; ayrılıkçı duygulara ve tefrika hastalığına kapılıp küçük fırkalara bölünmenin ne kadar büyük tehlikelere yol açtığını şiirlerinde, yazılarında, vaaz ve hitabelerinde büyük bir fesahatle ortaya koymuştur.

 

Din Kardeşliğinin Büyük Gücünü Keşfedebilmek

Âkif’e göre bir Müslüman dindaşlarının acısına asla bîgâne kalamaz. Kalabiliyorsa, demek ki Müslüman değildir.

“Âyât-ı kerîme var, nâmütenâhî ehâdîs-i şerîfe var ki, efrâd-ı müslimînden biri, diğer dindaşlarını kendi öz kardeşi bilmedikçe, onların meserretiyle mesrûr, musîbetiyle-mâtemiyle mahzûn olmadıkça tam Müslüman olamaz. İmanın kemâli, cemâat-i müslimîne sımsıkı sarılmakla kâimdir. ‘Bütün Müslümanlar bir araya gelerek tek bir vücudu meydana getiren muhtelif uzuvlara benzerler. İnsanın bir uzvuna bir hastalık, bir acı isabet etse, diğer uzuvların kâffesi o hasta uzvun elemine ortak oldukları gibi, bir Müslüman da diğer dindaşlarının acısına, musibetine, mâtemine kâbil değil bîgâne kalamaz. Kalabiliyorsa, demek ki Müslüman değil.’ ‘Bir müminin diğer mümine karşı vaziyeti, yekpâre bir duvarı vücuda getiren perçinlenmiş kayaların birbirine karşı aldığı vaziyet gibidir. Öyle olacaktır, öyle olmalıdır’[1] hadis-i şerifini elbette işitmişsinizdir.” (Abdülkadiroğlu, 1992:144).

 

Beraberliğin Önemini ve Tefrikanın Zararını İdrak Edebilmek

Âkif’e göre milletler silahla değil, ancak aralarındaki bağlar çözülerek, herkes kendi başının derdine düştüğü zaman yıkılır.

Hz. Peygamber’in Müslüman toplumun çeşitli fırkalara bölünmesini yasaklayarak, fertlerin birlik içinde hareket etmesini ve tefrikadan uzak durmasını tavsiye etmesi sebebiyle, Müslüman toplumun geneli ile birlikte hareket etmenin önemini dile getiren ve Allah’ın yardımının cemaatin (birlik içinde olanların) yanında olduğunu ifade eden rivayetlere şiirlerinde, yazılarında ve hitabelerinde yer veren Âkif, Müslümanların birlik ve beraberliğinin önemini kuvvetli vurgularla dile getirir:

 

Bugün ferdî mesâînin bütün mahsulü? Hep hüsrân;

Birer beyhûde yaştır damlayan tek tek alınlardan!

Cihan artık değişmiş, infirâdın yoktur imkânı,

Göçüp mâmûrelerden boylasan, hattâ beyâbânı.

Yaşanmaz böyle tek tek, devr-i hâzır: devr-i cem’iyyet.

Gebermek istemezsen, yoksa izmihlâl için niyyet,

“Şu vahdet târumâr olsun” deyip saldırma İslâm’a,

Uzaklaşsan da îmândan, cemâ’atten uzaklaşma.

İşit, bir hükm-i kat’î var ki istînâfa yok meydan:

“Cemâ’atten uzaklaşmak, uzaklaşmaktır Allah’tan.”

Nedir îmân kadar yükselterek alçak bir ilhâdı?

Perîşân eylemek zaten perîşân olmuş âhâdı,

Nasıl yekpâre milletler var etrafında bir seyret,

Nasıl tevhîd-i âhenk eyliyorlar, ibret al, ibret!

 

Gebermek istiyorsan başka! Lâkin, korkarım, yandın;

Ya sen mahkûm iken, sağlık, ölüm hakkın mıdır sandın?

Zimâmın hangi ellerdeyse, artık onlarınsın sen;

Behîmî bir tahammül, varlığından hisse istersen!

Ezilmek, inlemek, yatmak, sürünmek var ki, âdettir;

Ölüm dünyada mahkûmîne en son bir saadettir.

Desen bir kere “İnsanım!” Kanan kim? Hem niçin kansın?

Hayır, hürriyetin, hakkın masûn oldukça insansın.

Bu hürriyyet, bu hak bizden bugün âheng-i sa’y ister:

Nedir üç dört alın? Bir yurdun alnından boşansın ter.

(İstanbul, 3 Teşrînievvel 1334/ 3 Ekim 1918). (Ersoy, 2013:1208).

 

Osmanlı Devleti dağılmaya başladığında farklı soydan grupların devletten ayrılmalarının zararına defaatle işaret eden Âkif, birlik ve beraberliğin önemini anlatırken şu hadisi çokça kullanır:

“Herhangi bir ırkçılığa çağıran bizden değildir. Bir ırkçılık davası üzerine savaşan bizden değildir. Irkçılık davası üzere ölen bizden değildir.” (Ebû Dâvûd, Edeb 112).

 

Gerçek Bir İman Kardeşliği Tesis Edebilmek

“Müslümanlık ́ta ‘anâsır’ mı olurmuş? Ne gezer!/ Fikr-i kavmiyyeti tel’în ediyor Peygamber.”

Âkif, iman kardeşliğinin söylemde bırakılmayıp uygulamada da gösterilmesinin zaruretine ilişkin şu açıklamaları yapmıştır:

“Cenâb-ı Hak sizi sıkı imtihanlara çekmedikçe, siz de sabr u sebat göstermedikçe, cennete gireriz mi zannediyorsunuz?” (bkz. Âl-i İmrân, 3/142). Yanlış. Sonra, Peygamber aleyhisselam buyurdu ki: ‘İman olmadıkça cennete giremezsiniz…’ Malûm, fakat alt tarafı var: ‘Birbirinizi sevmedikçe de mümin olmazsınız.’[2] Lâkin ben bütün Müslümanları seviyorum. Kalbimde din kardeşlerime karşı hiç buğz, nefret yok… İyi ama muhabbet, şefkat gibi şeyler hep umûr-ı bâtıniyedendir. Vücûduna hükmolunmak için, hariçte âsârı, tecelliyatı görülmek lâzım. Yalnız hissiyât-ı kalbiye kâfî olsaydı, Cenâb-ı Hak bu namazları, bu oruçları, bu ibadetleri emretmezdi. Kalben beni tanıyın. Bu kadar kâfî, derdi. Hâlbuki böyle değil. Allah bile ahvâl-i kalbiyemizi, ahvâl-i vicdâniyemizi hâricî eşkâl ile görmek istiyor…” (Abdülkadiroğlu, 1992:116).

Âkif’e göre Batı’nın “böl, parçala ve yok et” politikaları karşısında devleti kurtaracak olan çare birlik ve beraberliktir. O, Müslümanların vaktiyle birlik ve beraberlik içerisinde oldukları için tarihte büyük devletler kurduğunu, ayrılığa düştükleri vakit ise vatanlarını kaybettiğini anlatır. Mehmet Âkif Ersoy’da birlik ve beraberlik fikri, geniş halk kitlelerini yönlendiren bir çağrıya dönüşür. Nitekim, Kurtuluş Mücadelesinde maneviyatın maddiyata karşı gâlip gelmesi, milletin zorluklara karşı tek yürek olması ve ülkede millî birlik ve beraberliğin sağlanmasıyla gerçekleşmiştir (Çapan, 2011:99).

 

Çöküşün Kanununu Kavrayıp Ona Göre Tedbir Alabilmek

“’Medeniyyet!’ size çoktan beridir diş biliyor/ Evvela parçalamak sonra da yutmak diliyor!”

Birlik ve beraberliğin korunamadığı toplumların bağımsızlıklarını kaybederek başka milletlerin esareti altında girmeye mahkum olduğuna dikkat çeken Âkif; fitne, fesat, nifak ve şikak gibi sosyal hastalıklara karşı toplumu uyarır. Nitekim Kastamonu’da tarihî Nasrullah Cami’nde 19 Kasım 1920 tarihinde verdiği va’zında bu hususun ehemmiyetine vurgu yapmıştır:

 

“Milletler topla, tüfekle, zırhlılarla, ordularla, uçaklarla, silahlarla yıkılmıyor, yıkılmaz. Milletler ancak aralarındaki râbıtalar, bağlar çözülerek herkes kendi başının derdine, kendi havasına düştüğü zaman yıkılır… İslâm tarihini şöyle bir gözden geçirecek olursak, güneyde, kuzeyde, doğuda, batıda yıkılmış ne kadar Müslüman devletler varsa hepsinin tefrika yüzünden, aralarına sokulan fitneler, fesatlar, nifaklar, şikaklar yüzünden bağımsızlıklarına veda ettiklerini, başka milletlerin esareti altına girdiklerini görürüz. Ecdadımız bize kanları, canları pahasına emanet ettikleri, yadigâr bıraktıkları o koca iklimleri, o dünyanın en zengin, en verimli topraklarını vere vere bugün avuç içi kadar yere tıkıldık kaldık. Haydi diyelim ki evvelce düşman önünden perişan bir halde kaçarken, arkada sığınabilecek barınabilecek bir ocak yahut bir bucak bulabiliyorduk. Fakat gözünüzü açınız, iyice bilmiş olunuz ki artık dinimizi, imanımızı, ırzımızı, namusumuzu, çoluğumuzu, çocuğumuzu barındırabilmek için arkamızda hiçbir yer kalmamıştır. Şayet düşmanların hilelerine, tezvirlerine, yalanlarına kapılarak birbirimize girmeye, birbirimizin kanını içmeye bir süre daha devam edecek olursak, Allah korusun bu son Müslüman ülke de ayaklar altında çiğnenip gidecektir!”[3]

 

Yılgınlığa Kapılmamak ve Geleceğe Umutla Bakmak

İslâmiyet’i toplumsal birlik ve beraberliğin çimentosu olarak gören Âkif, düşmanca saldırıların bu milleti mazisinden koparamayacağı konusunda emindir ve istikbale umutla bakmaktadır:

 

Şimdi, Âsım, bana müfrit de, ne istersen de,

Ma’rifetten de cüdâ, Şark, o fazîletten de.

Lâkin ister misin, oğlum, mütesellî olmak:

İctimâî bütün âmillere, kudretlere bak.

Bunların herbirinin kuvveti, mâzîye inen,

Kökü mikdârı olur; çünkü bu âmillerden,

En derin köklüsü, en sağlamı, en hâkimidir.

Şimdi, sen bizdeki kudretleri eşsen bir bir,

Göreceksin ki: bu millette fazîlet en uzun,

En derin köklere yaslanmada; hem sonra onun,

Bir mübârek suyu var, hiç kurumaz: Dîn-i Mübîn.

Hâdisât etmesin oğlum, seni aslâ bedbîn…

İki üç balta ayırmaz bizi mâzîmizden.

Ağacın kökleri mâdem ki derindir cidden,

Dalı kopmuş, ne olur? Gövdesi gitmiş, ne zarar?

Oo, bakarsın, yine üstündeki edvârı yarar,

Yükselir, fışkırıp, âfâk-ı perîşânımıza;

Yine bin vâha serer kavrulan îmânımıza.

Vâkıa ortada yüzlerce mesâvî yüzüyor;

Sen bu kâbûsu bütün şerre değil, hayra da yor.

Çünkü yoktur birinin kalb-i cemâatte yeri;

Arasan: Hepsi beş on maskara ferdin hüneri!

Bu cihetten, hani, hiç yılmasın, oğlum, gözünüz;

Sâde Garb’ın, yalınız ilmine dönsün yüzünüz.

O çocuklarla berâber, gece gündüz, didinin;

Giden üç yüz senelik ilmi sık elden edinin. (…)

Hani, bir ömre bedeldir şu geçen her gününüz;

Bir gün evvel gidiniz, bir saat evvel dönünüz.

Şark’ın âğûşu açıktır o zaman işte size;

O zaman varmanın imkânı olur gâyenize… (18 Eylül 1919).

(Ersoy, 2013:1186).

 

Irkçı Fikirlere Karşı Tavır Alabilmek

Mehmet Âkif’in Osmanlı Devleti’nin yıkılışı sırasındaki zorlu yıllarda devlet aleyhindeki ırkçı fikirlerle ve bağımsızlık adına yola çıkan Araplara ve Arnavutlara karşı devletin birlik ve bütünlüğünü savunması, günümüz açısından aynı sıkıntıları çeken bizler için çok önemlidir. Ona göre bütün toplumlar ve ırklar, devletin şemsiyesi altında kardeşçe, aynı dinin mensubu olarak sırt sırta vermeli ve bütünlüğü bozan hareketlerden kaçınmalıdır.

Âkif şiirlerinde devletin birliğine kasteden tüm ırkçı fikirlere karşı tavır almaktadır (Azimli, 2008:502):

 

Siz ey bu yangını ihzâr eden beş altı sefîl,

Ki ettiniz bizi Hırvat’la Sırb’a rezîl!

Neden hükûmete Kur’an’la bağlı Arnavud’u

Ayırdınız da harâb ettiniz bütün yurdu?

Nasılmış, anlayınız iddiâ-yı kavmiyyet?

Ne yolda mahvoluyormuş bakın ki bir millet!

Siz, ey bu zehri en evvel kusan beyinsizler!

Kaçıp da kurtuluruz sandınız… Fakat, ne gezer!

Bu gün belânızı bulmuş değilseniz, mutlak,

Yarınki sâikalar beyninizde patlayacak! (Ersoy, 2013:750).

 

Üç beyinsiz kafanın derdine, üç milyon halk

Bak nasıl doğranıyor? Kalk, baba, kabrinden kalk! (…)

Üç sefîl ordu çevirsin o metîn ordumuzu,

Bizi koğsun elimizden alarak yurdumuzu…

Kimsesiz âilelerden kimi gitsin bıçağa;

Kimi bin türlü fecâatle çekilsin kucağa…

Birinin ırzı heder, diğerinin hûnu helâl!…

İşte, ey unsur-ı isyân, bu elîm izmihlâl,

Seni tahrîk eden üç beş alığın ma’rifeti!

Ya neden beklemiyordun bu rezîl âkıbeti?

Hani, milliyyetin İslâm idi… Kavmiyyet ne?!

Sarılıp sımsıkı dursaydın a milliyyetine.

“Arnavutluk” ne demek? Var mı şerîatte yeri?

Küfr olur, başka değil, kavmini sürmek ileri!

Arabın Türke; Lâzın Çerkese, yâhud Kürde;

Acemin Çinliye rüchânı mı varmış? Nerde!

Müslümanlıkta ‘anâsır’ mı olurmuş? Ne gezer!

Fikr-i kavmiyyeti tel’în ediyor Peygamber.

En büyük düşmanıdır rûh-i Nebî tefrikanın;

Adı batsın onu İslâm’a sokan kaltabanın!

Şu senin âkıbetin bin bu kadar yıl evvel,

Sana söylenmiş iken doğru mudur şimdi cedel?

 

Artık ey millet-i merhûme, sabâh oldu uyan!

Sana az geldi ezanlar, diye ötsün mü bu çan?

Ne Araplık, ne de Türklük kalacak, aç gözünü!

Dinle Peygamber-i Zîşân’ın İlâhî sözünü.

Türk Arapsız yaşamaz, kim ki ‘yaşar’ der delidir,

Arabın, Türk ise hem sağ gözü, hem sağ elidir.

Veriniz baş başa… Zîrâ sonu hüsrân-ı mübîn:

Ne hükûmet kalıyor ortada billâhi, ne dîn!

“Medeniyyet!” size çoktan beridir diş biliyor;

Evvelâ parçalamak, sonra da yutmak diliyor.

Arnavutlar size ibret olacakken, hâlâ,

Ne bu şûrîde siyâset, ne bu fâsid dâvâ?

Görmüyor gittiği yanlış yolu, zannım, çoğunuz…

Size rehberlik eden haydûdu artık koğunuz!

Bunu benden duyunuz, ben ki, evet, Arnavudum…

Başka bir şey diyemem… İşte perîşan yurdum!… (7 Mart 1913). (Ersoy, 2013:522-526).

 

Hakikat Bilgisinin Gücüyle Mücadele Etmek

Âkif ömrünün sonuna kadar ayrılıkçı fikirlerle mücadele etti. Onun için vatanın birlik ve bütünlüğü, ümmetin beraber yaşaması hayati öneme sahipti. Bu düşüncelerle Araplara karşı geldi ve onları ikna için Arabistan’a gitti. Aynı yıllarda Turancılığı ön plana alan İttihatçılara karşı çıktı. Kendi milleti olan ayrılıkçı Arnavutçulara karşı en sert söylemlerde bulundu. Âkif’in bu düşüncelerinde ne kadar haklı olduğu, müttefik Almanya’da bulunan ve İngilizlerden alınan esirlerle görüşmek üzere gittiğinde dönüşte Viyana’da Kudüs’ün İngilizlerce işgal edildiğini duyan Müttefiklerinin sevinç çığlıkları atmaları üzerine daha net anlamıştı. O, çözümü şu şekilde sunmuştu (Azimli, 2008:505):

 

Bu gün anâsır-ı İslâm’ı bir denî cereyân

Sürüklüyor ki: bakın nerden eyliyor nebe’ân

Felâketin başı, hiç şüphe yok, cehâletimiz;

Bu derde çâre bulunmaz -ne olsa- mektepsiz.

Ne Kürd elifbâyı sökmüş, ne Türk okur, ne Arab;

Ne Çerkes’in ne Laz’ın var, bakın elinde kitab!

Hulâsa, milletin efrâdı bilgiden mahrum.

Unutmayın şunu lâkin: “Zamân: zamân-ı ulûm!” (Ersoy, 2013:710).

fethi güngör

 

 

Hakkında admin

Cevapla

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Required fields are marked *

*