FIRKACI
Meşîme-i hilkatten kör, topal, zeki, ahmak gelenler var. Afif Necâti de fırkacı doğmuştu. Lâkin fırkacılık için evvelâ bir fikir, bir prensip sâhibi olmak ve sonra bu kanâatlerini bir zemîn-i idâre ve siyâsette tatbîka uğraşmak iktizâ eder. Afif Necâti’nin mukarrer bir nazariyyesi yoktu. O, fırkacılığı külâh kapmak için bir dalavere meydanı olmaktan başka türlü telakki edemezdi. O âdetâ nâzırlığı kurmuştu. Bu hırs-ı teâlî Afif Necâti için bir fazîlet midir? Nakîse midir? Bunu anlamak için, bir milletin sînesinde bu zihniyette adamla-rın kesretle türedikleri buhranlı devrelerin psikolojilerini tedkik etmek lâzım gelir.
Her mesleğin müntesiblerinden istendiği bir takım evsaf ve meziyyetler vardır. Şüphesiz gaye-i merâtib olan nâzırlık için bu şerâit-i ittisaf çoğalır, ağırlaşır, yükselir. Onbin nüfusta bin mümeyyiz yetişebilir. Fakat sızdırılmış evsafı hâiz on nâzır çıkmaz.
Afif Necâti işte bu heveste mantarlardan biri idi. Bir zamandan beridir muhîtin fesad için fışkılanmış toprağını bu arzusunun nemasına müsâid buldu. Maksadı-nın husulüne koyuldu.
Kılık kıyafetçe düşkündü. Arkasında silinme ve ütülenmeden havı dökülmüş, ruganîleşmiş siyah bir bonjur, iri sarı düğmeli, kruvaze, devetüyü bir yelek, başında medid bir isti’ mâlden çürümüş vişne rengini almış, yağları temizlen-meden kenarları ağarmış, tablası enli şayak bir fes… Koltuğunda fersude fakat şişkin bir serviyet, hergün onu Bâbıâlî Caddesi’nde, Köprü’de, Galata’da, Beyoğlu’nda görürsünüz. Muhârebe müddetinden beri üstünü başını aşınmışlı-ğına rağmen oldukça temiz tutabilmesindeki mahâreti bir mucizedir. Elbiseleri üzerinden boyacının, lekecinin, ütücünün, örücünün tâmirkâr elleri hiç çekilmez; pençe ve bellisiz yama vurulmadan ayaklarının altında el-aman çağıran potinle-rinin yâr ü ağyâre karşı yaralarını kapatmak için hergün boyacılara verdiği meb-lağ pek fakir bütçesine müdhiş bir rahne açar. Zavallı delikanlının ayaklarına ye-dirdiği para, ağzına ettiği masraftan ziyâdedir.
Kısa boyu, enli omuzları, sarı esmer rengi, iri çakır gözleriyle diplomat görün-meğe uğraşır. Memuriyeti yoktur. Kesret-i meşguliyetten şikâyet eder. Bâbıâlî dîvanhânelerinin, kitapçı dükkânlarının, matbaaların yılmaz bir müdâ-vimidir. Bildik, bilmedik birkaç kişiyi konuşur görünce enli omuzlarının ucuyla bu İnsan
kümesini yararak yengeç-vârî sokulur, dâhil-i musâhabe olur. Matbaalara gi-dince herkesi ağzına baktırmak için sahnede büyük sözler fırlatmağa hazırlanan bir aktör tavrıyla ellerini ovuşturup gözlerini açarak :
_” Aman monşer kapıyı örtünüz… İçimizde yabancı yok ya…” ihtarıyla enzâr-ı dikkati üzerine celbettikten sonra, kabinenin icrââtini bütün tehevvürüyle tenkî-de girişir, söyler söyler, saçma sapan iddiâları, ithamlarıyla dinleyenleri bıktırır, nihayet :
_” Bu kabineyi düşüremez isek… mahv muhakkak …”cümlesiyle sözünü mühür-ler. Onun merâkı dâimâ kabine düşürmektir. Her kabine iskatında gelen nâzır-ların şerâit-i tâyîn ü intihablarını etüd eder. Nâzırlık namzedlerine, o kademeye ayak atmak için çıldırır.
Tedkîkatı neticesinde bu basamağa atlayabilmek için tutunacak iki mesned keşfetti : Fırkacılık ve gazetecilik .. Bu da pek derin bir zekâya mütevakkıf, müh-im bir keşif değildi. İttihat Ve Terakki, üç devletten başka bütün dünyaya ilân-ı harb ederek memleketin nüsıyyesine yukarıdan aşağıya silinmez kan sıvamak kuvvetini nereden aldı? Şüphesiz fırkacılıktan… Fırkanın çığırtkanları, mürevvic-leri, poh pohçuları , yardakçıları , müdâfi’leri , yalancı şahidleri, hık deyicileri, mil-lete yağlı tuzlu dolma yutturucuları kimlerdi? Fırka gazeteleri … Onların rivâyet- lerine göre dünyada Talât’tan büyük diplomat, Enver’den müdhiş cihangir mi vardı? Ellerimizdekileri muhâfaza etmek şöyle dursun, üç asırdan beri kaybet-tiklerimizi bütün geri alıyorduk. Buna iman etmeyen hâin sayılır, Türkçülük nâ-mına davul çalarak parsa toplayanların menâfiine göbek atmayanların hamiyyetlerinden şüphe ediliyordu. İttihat Cemiyyeti burnumuza hırızmayı taktı. Senelerle koca milleti homurdana homurdana kanlı sopasıyla ayı gibi oynattı. Hep bu mucizeler bir fırkadan çıkmadı mı? Keyfiyyet işte böyle bir fırkaya mâbud olabilmektedir.
Afif Necâti bu imân ve aşk ile işe girişti. “Felâh ve Saâdet ” cemiyeti’nin mües-sislerine karıştı. Cemiyet altmış maddelik telli pullu bir program neşretti. Bu program herhâlde milleti, devleti birkaç kere böyle hatırdan kurtarmış tecrübeli dımağların mahsul-i tetebbuu değildi. Çünkü müessislerin içinde kırkını geçmiş kimseler pek az idi. Programa idhâl edilecek en mühim madde maa’t-teessüf unutulmuştu : Birbiriyle hüsn-i imtizâc hususu… Birkaç içtimadan sonra çıngar başladı. Bu “Felâh ve Saâdet” arması altında ne kavgalar, ne çekişmeler, ne didişmeler oluyordu. Bir avuç müessislerinin arasında te’mîn-i imtizâc edemeyen bu muhteşem unvânın hâricdeki halka ve halâskâr te’siri olabilir?
Afif Necâti “Samimiyet” in ser-muharriri bulunduğu iddiâsında… Hâlbuki bu nam altında yazan beş kişi var… Hepsi de müessis, hepsi de matbuatta oldukça müştehir… Hakiki başmuharrir hangisi?Bunların hiçbirisi öbürünün maiyyetinde çalışacak kadar izzet-i nefsini kırabilecek boydan değil…
Nihâyet bu nâzik mesele şu suretle halledildi : birinci başmuharrir, ikinci başmuharrir ve ilâ-âhirihi…
Ve sonra hepsi “Felâh ve saâdet” terkib-i musallahının mülhemi olmakla berâ-ber fikren, ictihâden birbirinin zıdd-ı ekberi… Birinin simsiyah dediğine öteki bembeyaz diyor…
Afif Necâti tahsili meşkuk gençlerdendi. Onun kendi hakkındaki şahidi irfân yine kendi lisânıydı. Kendi rivâyetince okumadığı fen, bilmediği nazarriyye yoktu. Gazeteye arşın boyu makaleler yazdırdı. İfade açık, cümleler hatâsız, fikirleri muğlak değil fakat Allahım yazdığı şeyler o kadar ruhsuz, tatsız, yavan idi ki, yarım sütunluk mütâlâadan sonra kariin beynine bir uyuşukluk, çene kemiklerine esnemeden çatırtı gelirdi. Ne tarih bilirdi, ne ilim, ne fen vardı. Ne de dâhili, hârici siyasi vukufu… Lâkin yazar iken habbeyi kubbe yaparak cehlini indiyâtla setretmek isterdi. Dâimâ bir kaşık yoğurda bir kova su katarak matbuat ayranı yapardı. Sözlerinde hiç cevher, öz yoktu. Gazetede onun imzasını görenler hemen sahifeyi çevirirlerdi. Çok dokunaklı mevzular intihâb etti. Fakat üslubunda câzibe, mülâhazâtında ilim olmadığından enzâr-ı dikkati celbedemedi. Bu zavallının kalemi karıştığı gazetelerin sürüm barometresi derhâl düşerdi.
Bu muvaffakıyetsizliği karşısında Afif Necâti’nin halka ve hükümete olan gayzı büyüdü. O, herhâlde kendini göstermek, kendinden bahsettirmek istiyordu. Bir gün ‘ya herro ya merro’ dedi: Ya beni tevkif ederler yâhud bu köşe kapmaca oyununda ben de bir mevki kaparım.
Paşa veyâhud beyefendi hazretleriyle başlar, dâhiliyye nâzırına karşı bir açık mektup kaleme aldı. Vaktin fevkalâde nezâkentinden, hükümetin fart-ı batâa-tinden bahs ile ateşler püskürdü. Diyor ki:
“Asırların Türklerin aleyhine yığdığı felâketlerden teşennüc eden yaralarımızın tedavisine âcilen çâre bulmaktan âciz iseniz istifâ ediniz. Bu emr-i mühimmi sizden daha sür’at ü kiyâsetle îfâ edecekler vardır. Âtıl geçen dakikaların her biri yuvarlandığımız uçurumu derinleştiriyor. Fiilen isbât-ı liyâkat edemeyenler çekilmekle ibrâz-ı hamiyyet etmiş olurlar….”
Ve bu asırların yığdığı yaraların serîan taleb-i işfâsı mantıksızlığına daha başka saçmalar…..
Bu açık mektup ertesi günü matbuat müdîriyyetinden gelen üç satırlık bir tevcih-nâmeden başka bir te’sir yapamadı. Hâlbuki Afif Necâti, nâzırı makamın-da koparıp atacak bir bora zuhuruna muntazırdı.
Bu mektubu, bazı devâire isnâd edilen bir iki ihtilâs ve umur-ı hükümette su-i isti’mâl makaleleri tâkîp etti. Böyle dedikodular olduğu günü gazete birkaç nüsha fazla satılıyor fakat sonra büsbütün sürümden düşüyordu.
Nihâyet (…Nâzırı’ndan birkaç sual) unvanlı bî-edebâne bir hücum cür’etinde bulundu. Gazete kapandı. İki gün sonra gazeteler Afif Necâti’nin (Felah ve saâdet)cemiyetinden istifâsını yazdılar. Bir hafta geçmeden (Müsâlemet-i Umumiyye) nâmıyla yeni bir cemiyetin teessüsü ilân olundu. Afif Necâti yine müessislerindendi. Yine uzun bir program, yeni maddeler, halka yeni vaadler, yeni te’minât… Hemen bir maddesinin hükmü icrâ edilmeden bi-hüküm kalan eski programın kabâhati ne idi? Bu yenisinin ahkâmına riâyet edileceğine mütekeffil ortadan itimâda şâyan hangi hüccet vardı?
Birkaç ay sonra Afif Necâti arkasındaki hamal kıyâfetinde iki adama bir takım emirler vererek Galata Rıhtımı’ndan geçiyor ve herifler bu evâmiri, temennâlar- la telakki ediyorlardı.
Biraz ötede iki genç arasında:
– Herif çalıştı.. çalıştı… Nihayet oldu…
– Ne oldu?
– Balık-hâne Nâzırı…
– Müdürü desene…
– Orası eskiden beri nezâret nâmıyla maruftur.
Bizde gittikçe adetleri çoğalarak cür’etleri artan ayak politikacılarına, Afif Necâtilere birer Balık-hâne Nezâreti bulunmadıkça kabineler hafif mizaçların şiddetli tenkitlerinden kurtulamazlar.
1-ŞEKİL(DIŞ YAPI):
HİKÂYENİN ADI: Fırkacı
YAZARIN ADI : Hüseyin Rahmi Gürpınar
HİKÂYENİN ALINDIĞI KİTABIN ADI: Mehmet Kaplan Hikâye Tahlilleri
HİKÂYENİN ALINDIĞI KİTABIN BASKISI-BOYUT : 18. Baskı, Nisan 2013
YAYINA HAZIRLAYAN : Dergâh Yayınevi
YAZARIN YAŞAMI, YAŞADIĞI DÖNEM VE ESERLERİ :
17 Ağustos 1864 tarihinde İstanbul’da doğdu. Hünkâr yaveri Mehmet Sait Paşa’nın oğlu olan Hüseyin Rahmi, üç yaşında iken annesinin ölümü üzerine, Girit’te bulunan babasının yanına gönderildi. İlkokula başladı ancak babasının evlenmesi üzerine altı yaşında tekrar İstanbul’a anneannesinin yanına gönderildi ve eğitimine burada devam etti. Yakubağa Mektebi, Mahmudiye Rüşdiyesi ve idadide okuyan Hüseyin Rahmi, tarihçi Abdurrahman Şeref Bey’in himayesiyle Mekteb-i Mülkiye’ye girdi (1878). Okulun ikinci sınıfında iken ciddi bir hastalık geçiren Hüseyin Rahmi buradaki öğrenimini yarıda bıraktı (1880). Kısa bir süre, Adliye Nezareti Ceza Kalemi’nde memur, Ticaret Mahkemesi’nde Azâ Mülazımı olarak çalışan Hüseyin Rahmi hayatını kalemiyle kazanmaya çalıştı.
1887’de Tercüman-ı Hakikat gazetesinde yazmaya başlayan Hüseyin Rahmi, ardından İkdam ve Sabah gazetelerinde mütercim ve muharrir olarak çalıştı. İkinci Meşrutiyet döneminde 37 sayı süren Boşboğaz ve Güllâbi adlı bir gazete çıkardı. İbrahim Hilmi Bey ile birlikte çıkardığı Millet gazetesi de uzun ömürlü olmadı. Bundan sonra çalışmalarını İkdam, Söz, Zaman, Vakit, Son Posta, Milliyet ve Cumhuriyet gazetelerine neşretti. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde 5. ve 6. dönemlerde Kütahya milletvekili olan Hüseyin Rahmi, ömrünün son otuz bir yılını geçirdiği Heybeliada’daki köşkünde 8 Mart 1944 tarihinde öldü ve oradaki Abbas Paşa mezarlığına defnedildi.
Hikâye, oyun ve roman türündeki eserlerinin sayısı 54’tür.
ESERLERİ:
Şık (1889)
İffet (1896)
Son Arzu (1922)
Tesadüf (1900)
Metres (1899)
Şıpsevdi (1911)
Nimetşinas (1911)
Kuyruklu Yıldız Altında Bir İzdivaç (1912)
Mutallaka(boşanmış kadın) (1898)
Gulyabani (roman) (1913)
Hakka Sığındık (1919)
Efsuncu Baba (1924)
Evlere Şenlik, Kaynanam Nasıl Kudurdu (1927)
Muhabbet Tılsımı (1928)
Namusla Açlık Meselesi (Öykü, 1933)
Utanmaz Adam (1934)
Eşkiya İninde (1935)
İki Hödüğün Seyahati (1933)
Katil Buse ( Öykü, 1933)
Kadın Erkekleşince (Oyun, 1933)
Gönül Ticareti (1939)
Dünyanın Mihveri Kadın Mı? (1949)
Melek Sanmıştım Şeytanı (1943)
Dirilen İskelet (1946)
Deli Filozof (1964)
Kaderin Cilvesi (1964)
Namuslu Kokotlar (1973)
Shikure Babezu (1974)
Kaderin Cilvesi (1912)
Gönül Ticareti (1911)
Ölümüne Sevgi
Namussuz Necdet
Fiyasko
Mürebbiye (1889)
Hayattan Sayfalar
Kadınlar Vaizi
Kesik Baş (1942)
İstanbul’da Bir Frank
Ben Deli Miyim? (1925)
İnsan Önce Maymun Muydu?
Meyhanede Hanımlar (1924)
Can Pazarı
Ölüler Yaşıyor Mu? (1973)
Şeytan İşi (1933)
Cadı (1912)
Cadı Çarpıyor
Bir Muadele-i Sevda (1899)
Tünelden İlk Çıkış (Öykü, 1934)
2 .MUHTEVA (İÇ YAPI):
A-) TEMA : Hırs
B-) KONU: Fırkacının hırsı uğruna yaptıkları
C-) ANADÜŞÜNCE: Mevki uğruna politikayı kullanma ve yapılan dalavereler anlatılıyor.
D-) MESAJ, İLETİ : Bir fırkacı hırsı uğruna siyaseti kirletmemelidir. Hırslanmak boşuna olmamalı, siyaseti dalavere için, lak lak için yapmamalıdır. Lafla peynir gemisi yürümez. Bir işi göstermelik değil gerçekten yapmak gerekir.
E-) ÖZET :
Afif Necâti’nin kılık ve kıyafeti hakkında bilgi vermektedir.bundan önce Afif Necâti’nin fırkacılığa bakış açısını anlatmaktadır. Dalavere meydanı olarak gördüğünü yansıtmaktadır. Daha sonra Afif Necâti’nin kılık kıyafeti için gerekirse cebindeki son parayı bile verdiğini anlatmaktadır. Afif Necâti’nin gittiği her yerde dikkat çekmek istediğini ve bunun için konuştuğunu anlatmaktadır. Onun yazdığı gazetelerin sürümünün düştüğü söylenmiştir. İmzasının bulunduğu gazeteler en sonunda kapanmaktadır. Fakat o tekrar bir gazetede yazmaya başlamaktadır. Bir zaman sonra Balık-hâne Nâzırı olarak insanlara emir verdiği görülmektedir.
F-)HİKÂYENİN TÜRÜ: Durum hikâyesidir. Afif Necâti’nin hayatını ya da başından geçenleri anlatmıyor. Hedefi uğruna yaptığı durumları anlatıyor.
G-) OLAYLAR :
1- İnsanların fırkacılıkla ilgili görüşleri anlatılmış.
2- Afif Necâti’nin kılık kıyafeti tasvir edilip anlatılıyor.
3- Matbaalarda nasıl davrandığı hakkında bilgi veriyor.
4- Mevki uğruna yaptıklarını anlatıyor.
5- Tahsili hakkında bilgi veriyor.
6- Yazdığı gazetelerde sürümün düştüğü söyleniyor.
7- En sonunda Balık-hâne Nâzırı olarak çalıştığını anlatıyor.
Ğ-) KİŞİLER : Olayı anlatan anlatıcı ve Afif Necâti. Hamal kıyafetinde iki adamda yer almaktadır. İki genç arasında Afif Necâti’nin bulunduğu yeri anlatan bir konuşma geçmektedir.
H-) İNSAN İLİŞKİLERİ: Kılık kıyafete önem verip kendisini yüksek görüyor. İnsanlara emir veriyor. Ortamda gözde insan olmayı seviyor.
I-) ZAMAN: Kendi dönemini anlatmaktadır. Servet-i Fûnun dönemini anlatmaktadır. Fırkacılığın ilk kurulduğu zamanları anlatmaktadır.
İ-) MEKÂN: Asıl olay matbaalarda geçmektedir. Bâbıâli Caddesi, Köprü, Galata ve Beyoğlu gibi yerlerde öyküde yer almaktadır.
J-) DİL- ÜSLUP : Dili günümüz Türkçesine göre daha ağır. Hüseyin Rahmi, seçtiği tipleri seviyelerine uygun, ustaca konuşturur ve olayları gülünçlü, acıklı yönleriyle belirtir. Daha çok Arapça ve Farsça kelimeler bulunmaktadır. Uzun ve kurallı cümleler kurulmuştur. Devrik cümle bulunmamaktadır. Deyimler kullanılmıştır. Anlaşılması zor sözcükler bulunmaktadır.
K-)DİL SAPMALARI : Küfür bulunmamaktadır. İğneleme amaçlı kullanılan sözler bulunmaktadır. Argo birkaç sözcük vardır.(ahmak, kör, insan kümesi vb.) ‘Ya herro ya merro’ sözü Türkçe değildir. Ya olacak ya da olmayacak anlamında kullanılmaktadır.
L-)ÇEVRE: Fırkacılardan ve gazetecilerden oluşan bir çevredir.
M-)ÖYKÜ ÜZERİNE OKUR DÜŞÜNCESİ: Bu öyküde kahraman hırsını mevkiye gelebilmek için kullanmıştır. Bir ortamda dikkat çekmek için elinden geleni yapmaktadır. Yemek yemeye parası olmasa bile kılığı kıyafeti için para harcamaktadır. Kahraman gösteriş için yaşamaktadır. Fırkacılığı da hedefe giden bir yol olarak görmektedir. Yazdığı bütün gazetelerin sürümünün düşmesi onun kaleminin pek de iyi olmadığını göstermektedir. Onun imzasını görenler bir daha o gazeteyi almamaktadır. En sonunda bir mevkiye gelmiştir.