Başlık, hayata nispetle söylenmiştir. Şöyle de sorabilirim, nasıl roman isterim? Roman, hayatı anlatır. Hayatın roman olması da biraz doğrudur. Roman, olabilecek olanı anlatmalıdır. Romanla ilişkim mesleğimle başlamamıştır. Gençliğimde de roman okurdum. Hilal Görününce, Minyeli Abdullah, Sürgün Öğretmen, İnce Memet ilk okuduğum romanlardır. Roman, edebiyatın cümle kapısıdır. Nedeni de hayatı anlatmasıdır. Modern zamanların iddialı türü romandır. Uzun vade de böyle olacaktır. Çünkü modern yaşam da bir kurmacadır! Yani yaşadığımız hayatla, roman arasında kurgusal bir ilişki vardır. Akademik ortamda;bir deneme, bir roman okuma ödevi salık veririm. Şimdi romana bakalım.
Roman, zannımca bir olaya dayanmalıdır. Vakaya dayanan romanı daha sürükleyici ve akıcı bulurum. Okuma kolaylığı da vardır. Talebelerin karmaşık bulduğu fantastik romanlar, aslında olayın kaybolduğu romanlardır. Demek ki, olaylar okuma akışını artırıyor. Belki de heyecanı artırıyor. Romanda heyecan da olmalıdır. Romanı sinemasal yapan durum, ilişkilerin getirdiği heyecandır. Uyarlanan sinema romanları, aslını unutturmaz ama karakterleri de hatırlatır. Feride, Madam Bovari, Raskolnikof, Ahmet Cemil karakterleri böyledir. Size kendini unutturmazlar. Karakterlere yüklenen her olay, diyalog onları birer kalıcı tip yapar. Biz de onları unutmayız. İnsan ruhu da hadiseyi sever.
Roman okurluğumun bir nedeni de insanı tanıma hissiyatımdır. Hayatın içinde ıskaladığınız silik, ezik, zalim, hasta, iyi vb. adamları romanlarda bulursunuz. Bulduğunu roman kahramanı arkadaşınız, yoldaşınız olur. Hocam çok iyi bir tip vardı nidalarını severim. Okunan her roman, sizde iz bırakır. Küçük Ağa’nın Çolak Salih’i unutulur mu? İstanbullu Hoca, Niko aklınızdan çıkar mı? Bu sadece bir romanın bakiyesidir. Roman sizi diri de tutar. İnsanın romanı hayatıdır gerçeği ya da hayatımız roman olgusu buradan neşet eder. Bazıları da roman yoktur der. O da başka bir tartışmadır. Türklerin romanı yoktur diyen de var! Bu iddialı cümleler, beni romandan alıkoyamaz. Ne kadar roman, o kadar yaşam diyorum.
Tabiattaki doğallığı romandan beklerim. Fazla abartan romanı zor okurum. Onun için bilim-kurgu okuyamam. Drama yakın bir gerçeklikle yazan bir romana talibim. Biyografik romanı da çok severim. Oğuz Atay’ın Tutunamayanları, bir Mehmet Akif romanı çok güzeldir. Mektup tarzıyla yazılan Halide Edip Adıvar romanı iyidir. Yani roman başka türleri de devşirmelidir. Küçürek öykü, deneme tarzı romanlar da iyidir. Roman da aşkta olmalıdır. Gözümüze sokulan değil de, hissiyatı önceleyen bir aşk olmalıdır. Yazar, seveni sevilenle buluşturan adamdır. İyi bir roman kahramanı, aşklara önderlik edebilir. Gabriel Garcia Marouez’in Kolera Günlerinde Aşk’ı, Stendhal’ın Kırmızı ve Siyah’ı, Jane Austen’in Aşk ve Gurur’u ilk sayacağım aşk romanı klasiklerimdir. Aşk için okumakta fayda var. Sevgi başka bir aralıktır. Aşkın romanı da oluyor. Leyla vü Mecnun da bir aşk klasiğidir. Okumakta yarar vardır. Şeyh Galip’in Hüsnü Aşkı da böyledir. Mesnevilerimiz, halk hikayelerimiz de birer romandır.
Romanın bir başka cephesi de insanı güdülememesidir. İdeolojik ağırlığı olan romanı sevmiyorum. Bağıran çağıran, algı yapan, kanlı canlı romanları sinemaya havale ediyorum. Sinema bu türe uygundur. Aynı anda onlarca adam öldürülen bilim-kurgu filmleri gibi…Roman ağır olmalıdır. Tıpkı Ağır Roman gibi. Roman, göstermemeli ve hissettirmelidir. Roman bizim değildir veya bizde roman yoktur diyen Cemil Meriç, romanın özel hayat ve mahremiyete de girmemesini isterdi. Ben de öyle düşünüyorum. Tehlikeli gerçeklik diye, sapkın ve seks romanları önermiyorum. İnsanın mahremiyeti roman türünde de özeldir. Fahişeliği, köleliği, ırkçılığı, LGBTİ+ yi öneren bir roman yazımı sipariştir. Onları yazan adamların ruh dünyaları sorunludur. Bunu batı da yapsa böyledir. Bizim romanımız, Türkün hayatından ortaya çıkandır. Peyami Safa, Nihal Atsız, Tarık Buğra, Ahmet Günbay Yıldız, Ali Emre, Sabahattin Ali, Marcel Praust, İvan Turgenyev vb. aklıma düşen ilk romancılardır. Dünyadan ya da yerli romancılar, özünde türe sadık olmalıdır.
Romanda derin ve ince tahliller olmalıdır. Bizi yorsa da böyledir. Öğrenciler, sizi yoran romanı sevmiyorlar. Roman emek ister. Roman okuru, aslında iyi ve zor bir okurdur. Seçici olmalıyız. Her romanı okumamalıyız. Sırada, çapsız, derinliksiz, sathi romanlara zaman harcamayınız. Biraz vaaz gibi oldu ama gerçekte bu. İyi roman, sizi bir tefekküre gark eder. Sizi düşünmeye, anlamaya, hazmetmeye götürür. Olayları, ilişkileri, mekanları size hissettirir. Asla onları göstermez. Düşük beğeni, fek roman sizin talihiniz olamaz. Siz, klasik okumalara talip olunuz. Romanın bir ayağı da düşüncedir. Çıkış noktası da budur. Boccaccio’nun Decameron hikayelerinden beri ya da İbni Tufeyl’in Hay Bin Yekzan’ıyla birlikte durum böyledir. Romanın mevcudiyeti düşündürmek ve kurgulamaktır. Bunu sembol ve kişililerle yaptığınız da ortaya roman çıkar.
Yaratmayı beceren, üsluplu, iyi bir insanın elinden çıkmış tüm romanları severim. Okumanızı da öneririm. Hayatın bir roman olduğunu unutmadan, gerçeğe yaklaşmaya çabalayan romanları da okuyorum. Türler arası bir seçiciliğim yok. Her edebi türe zaman ayırıyorum. Şiiri, romanı, masalı, hikâyeyi de okurum. Denemeyi de ayrı bir yere koyarım. Çağın anlık okuması denemedir. Roman bir süreç okumasıdır. Bunu da unutmayalım. Roman okuru olmanın biraz da entelektüel bir olay olduğunu söylemeliyim. Herkesin tarzı olan bir roman olmadığı gibi, herkesin yaşamı olmayan bir hayat dilerim. Çünkü siz teksiniz. İşinize gelen romanı okuyunuz. Roman tadında ve aşkla savrulan bir yaşam dilerim. Selam ve duayla kalınız.
isa çolaker