MEDENİYETİN YEDEK PARÇASI
Kahveye girdiği halde etrafına selam vermeyen adama herkes baktı. Fıskiyeli havuzdan gözlerini kaldıran biri,
-Merhaba Hamit Ağa!.. dedi.
– Merhaba ..
– Ne o be Hamit Ağa, bayıra vurmuş kart öküz gibi soluyup duruyorsun…
Hamit Ağa bunu söyleyen ihtiyara döndü:
-Hamdolsun be Ali Çavuş, kurtuldum şu cenabetten… Şükür Allah’a … Dünya varmış.
-Gözün aydın Hamit Ağa, panganın borcunu mu verdin?
-Yok be … Panganın borcunu kim düşünüyor? Şu gavur ölüsü traktörden kurtulduk gayri…
Traktör lafını duyar duymaz, deminden beri yarı uykuda pinekleyen ihtiyarlar doğruldular. Kıçlarını oturdukları iskemlenin hasırından biraz kaldırıp ,durum değiştirdiler…Hepsi de iskemlelerini Hamit Ağa’ya doğru çektiler.
-Sahi mi?..
-Tüm kurtuldun mu be Hamit Ağa?
-Anlat şunu be…
Hamit Ağa,
-Kurtuldum… Dedi, Allah’ıma bin şükürler olsun, bu günleri göcekmişim…
Dinleyenler büsbütün meraklandılar. Hasır iskemlelerini biraz daha Hamit Ağa’ya yaklaştırdılar. Hamit Ağa anlattı:
-Hikayesi uzun bu işin… Bizim oğlan askerden dönüşün, baba, dedi. Ben askerde şoförlük öğrendim. İlle bir traktör alalım, diye tutturdu. O sıra bizim kızda kocasıyla köye gelmişti. Kızla damat, enstitüden öğretmen çıktılar. Tatil olunca köye gelirler. Onlarda tutturdu “Baba bir traktör al…” diye… canım ne zorumuza? İki çift öküz neme yetmez… Yok, ben geri gafalıymışım kız duvardaki takvim yaprağını gösterdi. “ Bak, 1955 yılındayız baba, 20. Yüzyıl bu, anladın mı?” dedi.
Damat her yemekten sonra bir sahat nutuk çekiyor. Makine asrındaymışız. Öküzle çift sürmek ayıpmış bu zamanda …
Oğlan hesabını yapıyor: Tarlayı sürmek için kaç gündelikçi tutuyorsun? On… Kaç günde sürüyorsun? Bir ay… Gördün mü, diyor, traktörü alınca, bir başıma, bir haftada sürer geçerim. Ondan sonrada, parayla elimi öpenin tarlasını sürerim. Bir yılda traktörün parasını çıkarırız. Oğlan susuyor, kız başlıyor, kız susuyor damat başlıyor. Öküz çalışmadığı zamanda bedavadan yer diyorlar, traktör öyle mi? Çalıştıracağın zaman, içine iki fincan benzin korsun, sür Allah sür… Çalışmazsa yemez. Öküz, bütün kış yer yatar, boyna geviş getirir.
Ben bir tek kaldım, ne desem boş… Öküz hastalanır, diyorlar, öküz ihtiyarlar diyorlar, öküz ölür diyorlar. Traktör bu, demirden be!… Ne ihtiyarlar, ne yorulur, ne ölür… Ben yine kanmayacaktım ya, benim kocakarı, “Musa Çavuş da almış Kel Mamıd Ağa da almış” demeye başladı. Akşam bu traktör, sabah bu traktör… Kocakarı hepsinden beter çıktı: “ Mıhtar da traktör almış. Sen daha dur… “ diyor. “Memiş’in Hüsiin bile aldı.” Vallaha ağalar umarsız kaldım.
Meraklı dinleyiciler arasıra,
-Eeee Hamit Ağa?… diye soruyorlardı.
-Alllah bilir ya, ben gene almayacaktım. Köy öğretmeni “Hamit Ağa” dedi, “ sen ne duruyorsun, bir traktör seksen beygir kuvvetinde…” İşte o vakit eyicine aklım yattı. Seksen beygir bu!… Evliya kuvveti be ne demek? Dağı taşı dümdüz eder.
Evdeki dırdırdan canım burnuma geldi. Alalım be dedim. Memiş’in Hüsiin aldıktan kelli şunun şurasında bir biz mi kaldık… Alalım. Kaç para bu cenabet?.. panga da grado açıyormuş. Üç çeişidi varmış, küçükğü, ortancası büyüğü. Küçüğünden bir dene alalım, dedim… Oğlan “ben küçüğünden istemem!” dedi. Kız “ alınca büyüğünden alalım.” Dedi. Damat, “Bir kere alınıyor.” dedi. Kocakarı, “Herkesler büyüğünden alırken, ben ele güne rezil olamam.”dedi. Toplandık, şehre indik, Donatım Kurumuna vardım. Orada iyi bir herif varmış. “Sizin tarlanız ne kadar?” dedi. “Seksen dönüm.”dedim. “siz, bu küçüğünden alın, yeterde artar bile.”dedi. “ Bu küçüğü, dedi, seksen değil, sekiz yüz dönümü bile sürer.” Bizimkilere dinletemedim. “Herif seni kandırıyor.”dediler. “Büyüğünden isteriz”dedik. “dört bin gayme peşin.”dedi, üstü yanı viresi… pazarlık mazarlık yok. Döndük geri. Adım bu güne bu gün Hamit Ağa, dört bin gayme yok disen, kime anlatırsın… öküzleri pazara çıkardık. Elimde doğmuş, büyümüş hayvancıklar. Boz öküz gözüme bakar bakar ağlar. Sarı öküz ellerimi yalar. Neyse uzatmıyalım, sattık öküzleri,üç bin gaymeyi denkleştirdik. Üst yanını pangadan grado aldık. Donatım Kurumundan aldık efendim koca traktörü… Meret dağ gibi yatıyor. İki fincan benzin dedilerdi. Gaz tenekesi ile mazotun, yağı dayayadılar. Oğlan çıktı üstüne. Hep bindik… traktör tırısa kalktı. Maşallahı var. Üstüne bir eski babuç, bir sarımsak, bir mavi göz boncuğu, birde maşallah astık, deh dedik… Akşam üzeri köye varınca dört döndük köyü, keyfine diyecek yok.
Bizden gören Donatım Kurumu’na seğirtti. Gatırcının Yusuf var ya, köyün alt yanında on dönüm kıraç tarlası var, o bile borç harç edip, gitti bir traktör aldı.
Akşam oldu mu, köy yolunda ver ediyorlar traktörleri. Bizim oğlanın şüförlüğüne laf yok. Vurup geçiyor. Memiş’in Hüsiin’in traktörüne bir gıç vurdu. Vallaha bir vuruşta herifin traktörünü ıskartaya çıkardı. Goca meret, tosbağa gibi sırt üstü devrildi bir yana.
Cümbüşü iyi hoş… Cumartesi oldumuydu hep biniyoruz üstüne, çek kasabaya… Sinemanın önüne traktörler, çemündüfer gibi diziliyor. Oğlan, bıyıklarını bura bura bir sürüyor cenabeti… Sinema dönüşü, yarış başlıyor. Vuran geçiyor. Derken, bir namıssız bizimkine bindirmesin mi… Zınk dedik, kaldık. Bre aman…fenerleri yaktık, meret yürümez. Gavur leşi gibi bıraktık yol üstüne döküldük yollara. Devrisi gün oğlan şehre gitti. Bilmem neresi kırılmış traktörün ara tara yok.
-Eeee Hamit Ağa… Sonra?
-Sonrası, köyden bir çift camuş kiraladık da, o koca cenabeti camuşlara sürüte sürüte getirdik köye. O kırılan yeri bulunamazmış. Gittik Donatım Kurumu’na. Donatım her kaç paraysa verelim, dedik. Yok dediler. Bir küçük parça için koca traktör durur mu?… Gözünü seveyim sarı öküz be!.. Ne parçası var, ne de vidası… Ne motorü bozulur, ne makinası… Oğlan, “ben” dedi, “İstanbul’a varayım da şu parçayı alıp geleyim…”
“ Aman oğul” dedim. “ çift sürme sırası geldi, çabuk ol!..”
Oğlan İstanbul’a gitti, gelmez…
-Eee Hamit Ağa… sonra?
-Sonra ağalar, oğlandan haber yok… Çift zamanı geldi geçiyor. Köye rezil olduk. para yok ki, öküz alalım… Kira ile bir çift öküz tuttuk da tarlayı sürdük. Neyse ağalar, oğlandan bir aber çıktı. Mektubunda, “baba, bir parça buldum, ama bulana kadar para bitti. Acele bin gayme çıkart!.. “diyor. Pangaya koştum. Parayı oğlana telledim. Elinde metelik büyüklüğünde bir civatayla geldi. “ Ulan bu mu, bin gayme?” bir makinacı getirdik. Herif taktı civatayı… Başladı traktör çalışmaya… Kış bastırdı. Karda kıyamette traktörü tıktık ahıra, bağladım sarı öküzün direğine… Derken ağalar, panganın fayızı geldi. Donatım Kurumunun taksiti geldi. Para yok… Traktörlen başımız girdi belaya… Borç harç, ilk taksiti verdik. Yazı ettik. Haydi dedim oğlana… ver ettik tarlaya… Aha-de ha derken, çat dedi, pat dedi traktör durdu. Ulan bu meretin zoru ne? Bir anlayan yok mu? Kurumdan adamını getirdik. “Dişlisi kırılmış.” Demez mi. “ Verin dişlisini.”dedik. “ Yok”dedi. Dişlisi yok bu cenabetinde, ne demiye kazıklarsın elin fakirini…”Eğer” dediler, “başka bir traktör daha alırsan, onun dişlisini alır buna takarsın…”
Gonu gonşunun, tarlalarına baksan, tüm irezillik… Herkeslerin tarlalarında bri traktör leşi yatıyor. Nereye baksan zincir, palet, kölçe demir… Ah sarı öküz ah, boz öküz ah!… Depe depe kullan… Ölüsü para dirisi para bu meret öküz değil ki elden ayaktan düşünce, kesilsin… Kesilmez, biçilmez, yenmez, içilmez… ikinci taksit geldi çattı… “Alın geri”dedim. “Biz hurdacı değiliz” demezler mi… Çatlayacağım Adana’da bir herif bu cenabetin parçalarını yaparmış. Oğlana: “ Lan eşek oğlu eşek” dedim, “ Git bu pisliği temizle”oğlan Adana’ya gitti, herif, “hastayı görmeyince olmaz!”demiş. “Var, götür.”dedim. iki öküzün arkasına bozuk traktörü taktım oğlan on beş günde vardı Adana’ya… Herif bu işin doktoruymuş…”Bu dişlinin arasına beş yüz gayme sıkışmış.”demiş.
Herkeslere irezil olmaktansa, sattık tarlanın iki dönümünü: gönderdik paranın beş yüzünü… Beemin kızla damat geldiler. Bu kadar para verdik namussuza, hiç değil safasını sürelim dedik: çoluk çocuk bindik üstüne. Oğlana “ Lan geri dur, ona buna toslama!”dedim. “ Bu cenabet yarış atı değil…” Oğlan durmaz. Memiş’in Hüsiin’in traktörü geçti mi bizimkini… Oğlan, ha babam haydar, dahlar… Traktör, kancığını görmüş eşek gibi solurda solur… Etme eyleme demeye kalmadı, traktörün gabir otu “karbiratörü” çatlamaz mı!” “Ulan eşek dölü”dedim oğlana, “Arap atı olsa çatlar bu be…bu gul yapısı, gavur icadı bir makine. Arap atı mı sandın sen bunu?”
İteriz gitmez, su görmüş eşek gibi gıbırdamaz yerinden… nasıl aramazsın gara öküzü…Deyha yavrum, dedim mi, dağ daş olsa söker atar. Kızlan damatı çektim bir yana “Lan gahbenin doğurduğu”dedim, biz kaç senesindeyiz deyiver bana…1955 de miyiz? ”Damada döndüm hangi yüzyıldayız? Yirminci miydi?” Ah benim boz öküzüm, bir avuç samanı attım mı önüne vur ha vur yükü… Kağnıya koş, tarlaya koş, düvene koş…
-Eeee Hamit Ağa… Sonra?
-Sonra ağalar… dayandı mı gene panganın fayızı! Geldi mi üçüncü taksit… Namus belası be ağalar sattık on dönüm tarla daha… Vidası düşer, beş yüz lira… Parmak kadar parça bin lira civatası laçka olur, bin lira… Zinciri kopar, pazarda, dükkanda yok… Yedek parçası bulumazmış… Orasına yama, burasına yama, o canım traktör döndü mü benim şalvarıma… Toprağı sürerken her bir yanı ısıtma lüveti tutmuş gibi zangır zangır zangırdar.. Bizim tarlada nereye elini atsan bir vida, bir cıvata, bir demir, bir çubuk, bir zincir… Sanki leyim, tarlaya mundarın tohumunu serpmişsin. Kasabaya bizim demirgırattan çıkarttığımız mebus gelmiş, dediler. Vardım yanına… “ Ne olacak bizim halimiz?” dedim. “Pul kadar bir parça için fil kadar traktör leş gibi yatar mı be?”
-Anlat Hamit Ağa ne dedi?
-Ne diyecek… Epiy laf etti, ağnayamadım ya insanlar değil eski zamanda taş devri mi ne yaşarmış, dedim. Şimdi demir devri, demirgırat devri demekmiş, dedi. Medeniyet, memlekata demirnen girermiş, dedi. “ İyi hoş, diyorsun ama, bu medeniyeti memlekete getirdiniz, hani bunun yedek parçası?” dedim. “gel bizim tarlaya da gör, medeniyet parça parça oldu, leş gibi yatıyor ortalıkta.”dedim. “Hem” dedim, bu medeniyetin daha küçüğü yok mu?”dedim. “Bu meret vursan yerinden oynamaz, dah desen kalkmaz, höst desen kıpırdamaz.”
-Eeee Hamit Ağa sonra?.. ne dedi?
-Sonra ağalar “Biz” dedi, “ Amerigaya sımarladık”dedi. “ Oradan gelesiye buradada pavligasını kuruyoruz.”dedi. “ Az bekle, gökten rahmet yağar gibi parça yağacak.”dedi. “Biz bekleyelim ya, panga beklemiyor”dedim. “pangaya söylede beklesin”dedim.derken dayandı mı öbür taksitler. Ben size bi şey diyeyim mi vallaha öküzlerin ahı tuttu beni. O sarı öküz, pazarda satarkene nasıl şıpır şıpır ağladı be… Nasıl yüreğim yanıyor!..
Neyse uzatmayalım, sattım tarlanın hepsini, verdim tüm borcu…
-Sonra Hamit Ağa?
– Sonra çağırdım kızlan damadı. Kocakarıyla oğlan da aldım.götürdüm bunları leşin başına… Ya, dedim, bu Allahın belasını onarın, ya da dedim, size boyunduruğu vurur, öküz gibi bunun önüne katar, çift sürerim… Motörü çalıştırdılar, bir depreşir, iki titreşir, kayışı kopar. Kayışı takarlar, vidası düşer. Vidayı uydururlar, dişlisi kırılır. Dişlisi yerine başka bi şey korlar, civatası laçka olur.
-Sonra Hamit Ağa?..
-Sonra ağalar baktım olacağı yok… oğlanı, kızı, damadı, kocakarıyı toparladım. “Gelin lan eşek zıpaları” dedim, “ben size bu meret nasıl onarılır, göstereyim.” Aldım elime bir balyoz davar sürüsü gibi kattım önüme bizimkileri geldik leşin başına… Vurdum balyozu dümenine, al dedim sana yirminci yüzyıl… Vurdum balyozu motörüne al dedim bu da, sizin efendime diyeyim yedek parçan… Vurdum balyozu, vurdum balyozu, vurdum balyozu… Bir de baktım, kocakarı bağırır: “ Yetişin, bizim koca herif delendi” diye… Kız kaçar, damat kaçar…oğlan kaçar… Oğlan kaçar ha kaçar… Attım balyozu, düştüm yollara… doğru geldim işte buraya ağalar… Kan ter içinde kaldım.
Gözleri açılmış meraklı dinleyiciler sordular:
-Eeee Hamit Ağa? .. Sonra?..
-Sonrası: dünya varmış be ağalar… Kurtuldum meretten, kurtuldum cenabetten… Allah’ıma bin şükür… yeniden doğmuş gibi oldum.
Sonra keyifli keyifli kahveyciye seslendi:
-Lan, bir gayfe yap, okkalı olsun!…
1.) ŞEKİL(DIŞ YAPI)
Hikayenin Adı:
Medeniyetin Yedek Parçası
Yazarın Adı:
Aziz Nesin
Öykünün Alındığı Kitabın Adı:
Medeniyetin Yedek Parçası
Öykünün Alındığı Kitabın Baskısı-Boyutu:
Yapıkredi Yayınları – 13×19.5 Cm
Yayına Hazırlayan:
Aziz Nesin
Yazarın Yaşamı, Yaşadığı Dönem ve Eserleri:
Mehmet Nusret Nesin ya da bilinen adıyla Aziz Nesin (20 Aralık 1915; Heybeliada, Adalar, İstanbul – 6 Temmuz 1995; Alaçatı,Çeşme, İzmir), mizah, kısa öykü, tiyatro ve şiir dallarında pek çok yapıtı bulunan Türk mizah yazarı.
UNESCO‘nun yayınladığı Index Translationum adlı dünya çeviri bibliyografyasına göre Aziz Nesin, Türkçe eser veren yazarlar arasındaOrhan Pamuk, Yaşar Kemal ve Nazım Hikmet‘in ardından eserleri yabancı dillere en çok çevrilen dördüncü yazar konumundadır
Aziz Nesin, 20 Aralık 1915’te İstanbul Heybeliada‘da doğdu. Babası Abdülaziz Bey Giresun‘un Şebinkarahisar ilçesine bağlı Ocaktaşı köyünden İstanbul’a yerleşti ve bahçıvanlık yaparak geçimini sağladı
Aziz Nesin, 1924’te İstanbul Süleymaniye’deki adı daha sonra İstanbul 7. İlkokul olarak değiştirilecek olan “Kanuni Sultan Süleyman İptidai Mektebi’nin 3. sınıfına girdi. İki yıl Darüşşafaka Lisesi’nde okuduktan sonra, 1935’te Kuleli Askeri Lisesi‘ni, 1937’de Ankara‘da Harp Okulu‘nu bitirip asteğmen oldu. Son olarak 1939’da Askeri Fen Okulu’nu bitirdi. Bu dönemde bir yandan da Güzel Sanatlar Akademisi Süsleme Bölümü’ne devam etti. Bir röportajında ona bu eğitim hayatının ‘Fikri takip’ dedikleri şeyi getirdiğini belirtmiştir.
Nesin Ankara Harp Okulu’nu bitirmesinin ardından asteğmen rütbesiyle orduya katıldı. 1941’den başlayarak II. Dünya Savaşı yıllarında 2 yıl Trakya’da çadırlı ordugâhta görev yaptı. 1942’de Erzurum Müstahkem Mevkii İstihkam Taburu Bölük Komutanlığı’na atandı ve bir bomba kazasında yaralandı. Erzincan’da depremde yıkılmış bir cephaneliğin boşaltılmasıyla görevlendirildi. 1944’te Ankara’da Harp Okulu’nda açılan ilk tank kursuna katıldı. Aynı yıl Zonguldak‘ta uçaksavar top mevzileri yaptırmakla da görevlendirildikten sonra üsteğmen rütbesindeyken “görev ve yetkisini kötüye kullandığı” suçlamasıyla askerlikten uzaklaştırıldı.
Yazar, söyleşi ve imza günü için gittiği Çeşme Alaçatı’da, (Sivas Katliamı’nın 2. yıldönümünden 3 gün sonra) 5 Temmuz’u 6 Temmuz’a bağlayan gece sabaha karşı geçirdiği kalp kriziyle hayatını kaybetti. Cenazesi Çeşme Cumhuriyet Savcısı’nın isteğiyle otopsi yapılmak üzere 6 Temmuz‘da İstanbul Çapa Tıp Fakültesi’ne getirildi. 7 Temmuz 1995’de vasiyeti gereği hiçbir tören yapılmaksızın ve yeri belli olmayacak şekilde Çatalca‘daki Nesin Vakfı’nın bahçesine gömüldü. Ardında 80 yıllık mücadele, sayısız başarı ve Nesin Vakfı‘nı bıraktı.
Ankara Uluslararası Film Festivali çerçevesinde verilen özel ödüllerin arasında “Aziz Nesin Emek Ödülü” verilmektedir.
Hikaye kitapları:
- Parti Kurmak ve Parti Vurmak (1946)
- Geriye Kalan (1953)
- İt Kuyruğu (1955)
- Yedek Parça (1955)
- Fil Hamdi (1956)
- Damda Deli Var (1956)
- Koltuk (1957)
- Kazan Töreni (1957)
- Deliler Boşandı (1957)
- Mahallenin Kısmeti (1957)
Romanları:
- Kadın Olan Erkek (1955)
- Gol Kralı (1957)
- Erkek Sabahat (1957)
- Saçkıran (1959)
- Zübük (1961)
- Şimdiki Çocuklar Harika (1967)
- Tatlı Betüş (1974)
- Yaşar Ne Yaşar Ne Yaşamaz (1977)
- Surnâme (1976)
- Tek Yol (1978)
- Bay Düdük (1958)
Diğer Eserleri
- Bir Sürgünün Hatıraları (1968)
- Böyle Gelmiş Böyle Gitmez I – Yol (1966)
- Poliste (1967)
- Böyle Gelmiş Böyle Gitmez II – Yokuşun Başı (1976)
- Aziz Nesin – Ali Nesin Mektuplaşmaları I, Mektuplar 1994.
- Aziz Nesin – Ali Nesin Mektuplaşmaları II, Mektuplar 1994.
- Aziz Nesin – Ali Nesin Mektuplaşmaları III, Mektuplar 1994.
- Aziz Nesin – Ali Nesin Mektuplaşmaları IV, Mektuplar 1995.
2. MUHTEVA(İÇ YAPI)
Tema:
Traktör
Konu:
Traktör Çilesi
Ana Düşünce:
Medeniyet diye bize dayatılan şeylerin sadece sözde kaldığı, özde içinin boş olduğunu ve bizim insanımıza çok yabancı kaldığı anlatılmaktadır. Bir anda çok yabancı oldukları bir duruma, yani medeniyet denilen şeyle karşılaşan insanımızın ona uyum sağlamak için verdiği mücadele ve uyum sağlayamaması anlatılmaktadır.
Tez-Mesaj-İleti:
İnsanları bir anda değiştiremezsiniz, eğer bir değişiklik yapmak istiyorsanız ilk olarak bu değişim için gereken alt yapıyı hazırlamalısınız ve bunun sonucu olarak insanları değiştirmeye çalışmalısınız. Aksi taktir de medeniyet dediğimiz şey, sadece bir vidası olmadığı için bile elimizde patlar.
Özet:
Hamit Ağa, canı sıkkın, suratı asık bir şekilde kahveden içeri girip millete selam verir. Kahve halkı Hamit Ağa’nın bu halini görünce, hayırdır ne bu durum diye sorarlar var Hamit Ağa’da başlar anlatmaya.
Askerden dönen oğlu ille de traktör alalım diye tutturmuştur. Askerde şoförlük öğrenen oğlu, tarla işleri için traktörün daha iyi olacağını ve kendilerine çok fayda sağlayacağını düşünmektedir. Bir süre sonra, karısı, kızı, damadı da traktör al diye ısrar edince Hamit Ağa daha fazla dayanamaz ve o çok değer verdiği ekmek kapısı olarak gördüğü öküzlerini satar ve bir traktör satın alır. Aldığı traktörle tarlasını ekip biçmek bir türlü kısmet olmaz çünkü; traktörün ya bir vidasında sıkıntı olur ya da bunun gibi küçücük bir sıkıntı o koca aletin çalışmasına mani olur. Bu durumun sebebi traktörler Amerika’dan ithal edildiği için eksik parçaları bulunamamaktadır. Bu durum milletvekiline anlatıldığı zaman, milletvekili traktörü medeniyet olarak görüp fabrikasının da yakıda geleceğini söyler ama kredilerin ertelenme talebine de yanaşmaz. Bizim medeniyet içerde yata dursun Hamit Ağa tarlasını sürmek için eski sistem olarak iki tane öküz kiralar ve tarlasını yine onlarla sürer. O kadar büyük umutlarla alınan traktörün bir türlü faydası görülemediği gibi giderek Hamit Ağa’ya da zararı dokunmaya başlar. Her bir parçası çok pahalı olan traktörü de bir türlü kullanmayan Hamit Ağa en sonunda dayanamaz ve traktörü parçalar.
Hikayenin Türü:
Olay Hikayesi
İçerik Yönünden Hikayenin Türü:
Toplumsal olayları, realist bir bakış açısıyla vermiştir. Olayı olduğu gibi ele alıp köylüler hakkında ki bir gerçekliği ortaya koymuştur.
Olaylar:
1.)Hamit Ağa’nın kahveye gelmesi
2.)Hamit Ağa’nın oğlunun askerden gelmesi ile traktör alması için babasına ısrar etmesi
3.)Oğluyla beraber, karısının, damadının, kızının traktör alması için Hamit Ağa’ya ısrar etmeleri
4.)Evdeki dırdırdan bıkan Hamit Bey’in traktör alması
5.)Traktörün alınması ve cümbür cemaat, şen şakrar köye gelinmesi
6.)Traktörün kaza yapması
7.)Traktörün yedek parçasının bulunamayışı, tarlanın yine kiralanan öküzlerle sürülmesi
8.)Bulunamayan yedek parça için yeni bir traktör alınması gerektiğini söylemeleri
9.)Adana’da traktöre yedek parça bulunmaya gidilmesi
10.)Yedek parça için tarlanın iki dönümünün satılıp yedek parçanın temin edilmesi
11.) Durumun milletvekiline anlatılması, traktöre medeniyet demesi, o zaman medeniyetin yedek parçasını getirin demesi
12.)Traktörün gene bozulması, on dönüm tarlanın satılıp yeniden traktörün yapılması
13.)Derken traktörün diğer borçlarının gelmesi ve Hamit Ağa’nın tüm tarlasını satıp traktörün borcunu bitirmesi
14.)Hamit Ağa’nın dellenip eline aldığı balyozla traktörü parçalaması
15.) Traktörün parçalanışı kurtuluş olarak görüp kendine bir kahve istemesi ile hikaye bitiyor.
Kişiler:
Hamit Ağa, Hamit Ağa’nın; oğlu, karısı, damadı, kızı, Hüsin’lerin Memiş
İnsan İlişkileri:
İnsan ilişkileri karşılıklı güven ve samimiyete dayalıdır. Yazar eserinde kahramanları, saf olarak gösterip, özellikle de devlet politikasını eleştiriyor. Ellerinde zaten bir mal varlığı bulunmayan insanların, medeniyet adı altında nasıl sömürüldüğünden bahsediyor.
Zaman:
Eser uzun vak’a zamanlı bir hikayedir. Bunu da hikayenin toplam süresi yaklaşık iki yıllık bir dönemi kastettiği için anlıyoruz. Ayrıca, Hamit Ağa hikaye de geri dönüşler yaparak eskiyi anlattığı için hikayenin uzun vak’a zamanlı olduğunu anlıyoruz. Tarihsel süreç açısından ise eser, ülkemize Amerika tarafından Marshall markalı traktörlerin yardımının yapıldığı süreci anlatmaktadır.
Mekan:
Eserde Hamit Ağa, olayı kahvede anlatmasına rağmen olaylar, köyde, kasabada, Adana, İstanbul, Demirgrat gibi yerlerde geçmektedir.
Dil- Üslup:
Yazar eserini günlük konuşma diliyle yazmıştır. Cümleleri hem devrik olarak hem de kurallı bir biçimde kurmuştur. Açık, anlaşılır bir dil kullanmıştır. Kişileri konuşturma yolunu seçmiştir. Köylülerin ağzından bir durumu, olayı bizlere aktarmıştır.
Yazar eserinde argoya yer yer başvurmuştur.
– Cumartesi oldu mu hep biniyoruz üstüne çek kasabaya.(Devrik, fiil cümle)
– Sinemanın önüne traktörler çemündüfer gibi diziliyor. (Kurallı, isim cümlesi)
-Eşek oğlu eşek, bu cenabet yarış atı değil… (Argo )
Dil Sapmaları:
Yazar eserinde halk ağzıyla küfrede yer vermiştir. Hikayede bol bol yergi bulunmaktadır.
-Lan gahpenin doğurduğu! (küfür)
-İyi hoş diyorsunuz ama bu medeniyeti memlekete getirdiniz, hani bunun yedek parçası? (Yergi)
Çevre:
Eserde çevre unsuru olarak; kahve, Adana, İstanbul gibi yerler geçmesine rağmen olay akışı köyde gerçekleşmektedir. Eserdeki kahramanların ekonomik durumu orta derece olmasına rağmen, diğer köylülerin durumu orta derecenin altındadır.
Hikayesi, Ekolü:
Askerlikten uzaklaştırılmasının ardından bir süre bakkallık, muhasiplik gibi işler yaptıktan sonra 1945 yılında Sedat Simavi’nin çıkardığı “Yedigün” dergisine girdi; daha sonra Karagöz gazetesinde de yapacağı gibi redaktörlük ve yazarlık yaptı. Aynı yıllarda profesyonel olarak oyun yazarlığı yaptı ve Tan gazetesinde köşe yazarlığına başladı. 4 Aralık 1946’da bir grup üniversite gencinin Tan gazetesini yakması üzerine, sekiz sayı süren, Cumartesi adlı haftalık magazin dergisini çıkarmaya girişti. Bu dergi denemesi de sonlanınca,Vatan‘ gazetesinde çalışmaya başladı. Aynı yıl, ilk bağımsız yapıtı olan “Parti Kurmak Parti Vurmak” adlı 16 sayfalık broşürü de yayınlanmıştı.
1946’da Sabahattin Ali ile birlikte Marko Paşa mizah gazetesini çıkardı ve büyük ses getirdi. Dergi dönemin politikacılarını ve tiplemelerini sözünü esirgemeden eleştirmeyi bilmiş, tüm baskıların ve defalarca kapatılmasının getirdiği zor koşullara karşın ulaştığı satış rakamlarına ulaşmıştır. Ancak davalar ve suçlamalar dergi yazarlarına epeyi zor dönemler yaşatmıştır. Nitekim yeni adlarla sürdürmeye çalıştıkları “Markopaşa” ekolünün hararetle eleştirdiği Amerikan yardımının Türkiye üzerindeki emellerine değindiği henüz yayınlanmamış olan “Nereye Gidiyoruz?” adlı yazısı nedeniyle; 12 Ağustos 1947’de 10 ay ağır hapis ve 3 ay 10 gün de Bursa‘da “emniyet-i umumiye nezareti” altında bulundurulma cezasına çarptırıldı.
İkinci kitabı Azizname’yi 1948’de çıkardı. Taşlamalardan oluşan bu kitap için İstanbul 2. Ağır Ceza Mahkemesi’nde dava açıldı. 4 ay tutuklu olarak süren dava sonunda mahkumiyet almadı; ancak 1949 yılında İngiltere Prensesi II. Elizabeth, İran Şahı Rıza Pehlevi, Mısır Kralı I. Faruk birlikte Ankara’daki elçilikleri aracılığıyla Türkiye Dışişleri Bakanlığı’na resmen başvurarak, bir yazısında kendilerini aşağıladığı iddiasıyla aleyhine dava açınca 6 ay hapse mahkûm edildi.
1952’de İstanbul’da Levent‘te bir dükkân kiraladı ve Oluş Kitabevi’ni açtı; Levent sakinlerine gazete dağıtma işini sürdürmekle beraber, iki küçük çocuğunun geçimini sağlayamayınca, 1953’de Beyoğlu‘nda bir ortağıyla “Paradi Fotoğraf Stüdyosu”‘nu kurdu. 1954’te Akbaba dergisinde takma adlarla öyküler yazmaya başladı. Zira edebiyat hayatında iki yüze yakın takma ad kullanmıştır.
1955’de 6-7 Eylül faciası olarak tarihimize gelen İstanbul’daki azınlıkların ev ve dükkânlarının korkunç yıkımına suçlu aranmaya başlanmıştı. Demokrat Parti iktidarı olayların bir “kömünist komplosu” olduğunu öne sürerek, aralarında Aziz Nesin’in de olduğu, sol görüşe yakın 100’e yakın kişiyi tutuklattı. Aziz Nesin hiçbir gerekçe olmaksızın 9 ay cezaevinde yattı.
Dolmuş”, (1955); “Yeni Gazete” (1957), Akşam (1958), “Tanin” (1960), “Günaydın” (1969), Aydınlık (1993) gibi dergi ve gazetelerde yayımlanan gülmece öyküleri, röportajlar ve fıkralarla Çağdaş Türk edebiyatının tanınmış ve en verimli kalemlerinden biri durumuna geldi.
1956’da Kemal Tahir ile birlikte Düşün Yayınevi’ni kurdu. 1958’de “Dolmuş-Karikatür” dergisi ile birleşerek 1963’e dek ya1983’te Amerika Birleşik Devletleri’nde Indiana Üniversitesi’nin düzenlediği uluslararası toplantıya çağrılan Nesin, pasaportu 12 Eylül idaresince geri alındığı için bu toplantıya katılamadı.
20 Aralık 1984’te Şan Sinema Salonu’nda 70. doğum günü töreni yapıldı. 1984’de Aydınlar Dilekçesi girişiminde bulundu. 1985’de Ekin A.Ş’nin kurulması girişiminde bulundu. Aynı yıl, İngiltere‘de PEN Kulüp onur üyeliğine seçildi ve TÜYAP‘ın düzenlediği “Halkın Seçtiği Yılın Yazarı” ödülünü kazandı.
Nesin, 1989’da “Demokrasi Kurultayı”nın toplanmasında etkin görev aldı ve oluşturulan “Demokrasi İzleme Komitesi”nin iki başkanından biri oldu. Aynı yıl, Sovyet Çocuk Fonu’nun ilk kez verilen “Tolstoy Altın Madalyası”na değer görüldü.
yıncılığı tek başına sürdürdü. Bir yandan da Yeni Gazete, Akşam ve Tanin’de günlük köşe yazıları yazdı. 1962’de 42 sayı yaşayacak olan “Zübük” adlı mizah dergisini çıkardı.
1956 yılında İtalya’da (Bordighera’da) yapılan ve 22 ülkenin katıldığı Uluslararası Gülmece Yarışması’nda ilk ödül olan Altın Palmiye’yi ‘Kazan Töreni’ adlı öyküsüyle kazandı. Ertesi yıl aynı ödülü ‘Fil Hamdi’ adlı öyküsüyle ikinci kez kazandı. İlk ödülünü 1960 yılında devlet hazinesine bağışladı.
Yayınevinin Şubat 1963’te yanması üzerine, yazarlığı tek uğraş edindi. İlk kez 1965 yılında -ancak 50 yaşındayken bu hakkı elde edebilmişti- bir pasaport alabildi. Berlin veWeimar‘daki Antifaşist Yazarlar Toplantısı‘na davetli olarak katıldı. Altı ay süren bu ilk yurtdışı gezisinde, Polonya, Sovyetler Birliği, Romanya ve Bulgaristan‘a gitti.
1983’te Amerika Birleşik Devletleri’nde Indiana Üniversitesi’nin düzenlediği uluslararası toplantıya çağrılan Nesin, pasaportu 12 Eylül idaresince geri alındığı için bu toplantıya katılamadı.
20 Aralık 1984’te Şan Sinema Salonu’nda 70. doğum günü töreni yapıldı. 1984’de Aydınlar Dilekçesi girişiminde bulundu. 1985’de Ekin A.Ş’nin kurulması girişiminde bulundu. Aynı yıl, İngiltere‘de PEN Kulüp onur üyeliğine seçildi ve TÜYAP‘ın düzenlediği “Halkın Seçtiği Yılın Yazarı” ödülünü kazandı.
Nesin, 1989’da “Demokrasi Kurultayı”nın toplanmasında etkin görev aldı ve oluşturulan “Demokrasi İzleme Komitesi”nin iki başkanından biri oldu. Aynı yıl, Sovyet Çocuk Fonu’nun ilk kez verilen “Tolstoy Altın Madalyası”na değer görüldü.
Hikaye Üzerine Okur Düşüncesi:
Yazar, eserinde eleştiri bakımından çok güzel bir kitap yazmıştır. Amerika’nın bize vermiş olduğu yardımların nasıl hiçbir işe yaramadığını ve nasıl bizleri daha da zor duruma düşürdüğünü çok iyi gösteren bir hikaye oluşturmuştur.
Medeniyet diye yıllarca yüzümüzü döndüğümüz Batı’nın, bize yardım göndermek için gönderdikleri traktörlerle bizi nasıl yolda bıraktığı anlatılmaktadır.
Amerika’n emperyalizmi, bize yardım ediyormuş gibi görünerek aslında bizleri nasıl sömürdüğünü, elimizde avucumuzda olan üç beş kuruş parayı da nasıl bizlerden çekip aldığını, medeniyet denilen şeyin aslında iki yüzlü bir şey olduğunu; bunu da traktörün yedek parçalarını bize vermeyerek göstermektedir.
Yazarın hikayesi bana göre çok başarılı, gerçek bir durumu olduğu gibi bizlere anlatarak dönemin şartları hakkında bilgi edinmemizi sağlamıştır. Türk hikayesinin neden en büyük yazarlarından biri olduğunu böylece bize göstermiştir.