Son Haberler
Anasayfa / misafir kalemler / NAZIM HİKMET-PEYAMİ SAFA KAVGASI -II-

NAZIM HİKMET-PEYAMİ SAFA KAVGASI -II-

Pocket
Bookmark this on Google Bookmarks

Geçen haftaki yazımızda, Peyami Safa ve Nazım Hikmet arasındaki kalem kavgasını işlemiştik. Bu hafta, aynı konuya devam ederek ikilinin arasında olup bitenleri anlatacak ve kavgaya taraf olmaksızın olduğu gibi bu durumu paylaşmaya çalışacağız.
Onlar kavga etseler bile, birbirlerine düşman gözüyle bakmaz, en azından birbirlerini sevmeseler de kılıçları hemen kınından çıkarıp meydan kavgası yapmazlardı. Kaldı ki, Nurullah Ataç, Nâzım Hikmet, Peyami Safa ve Necip Fâzıl gibi uçlarda gezinen adamların -onlar gibi düşünmesek de- sanat, edebiyat, siyaset ve düşünce hayatımıza renk, hareket ve heyecan getirdiklerine inanmak gerekir. Eleştiri hakkımız baki kalmak şartıyla…
Dokuzuncu Hariciye Koğuşu romanını yazan ve bunu Nazım Hikmet’e ithaf eden Peyami Safa, daha sonra kulvar değiştirdiği görülür. Nazım ise başlangıçta, Resimli Ay’da bu kitabın tenkidini yapar ve Peyami’yi överken, kendi sanat görüşünü belirtmeye çalışır. Safa, “Dünya edebiyatında kendine çok has bir nev’in yaratıcısı” diye nitelediği Nazım’ı da şöyle savunur: “O sadece ağlamayan ve haykıran zekâsının malzemesini eski insanlıktan aldığı halde çatısını yeni bir teknikle kuran, ona müstakbel dünyaların rengini veren büyük bir kafa mimarıdır.”
Başlayan Kavga: Nazım Hikmet’le eski dostu Peyami Safa’nın kavgası ise, Sertellerin Resimli Ay’ı kapattıktan sonra çıkarmaya başladığı, ikisinin de aynı sayfada köşe yazdıkları, Tan gazetesinin sütunlarında su yüzüne çıkar. Tan’ın ikinci sayfasının sol sütununda Orhan Selim “Bu da Benden”, sağ sütununda ise Peyami Safa “Düşündükçe” başlığıyla köşe yazılarını sürdürmektedirler.
Bütün bunları üzerine alınmaz görünen Peyami Safa, o günlerde Nurullah Ataç’la uğraşmaktadır. 12 Haziran 1935 tarihli Tan’da “Kıskançlık İlmi” diye bir yazıyla Ataç’a yüklenen Safa’ya, Orhan Selim (Nazım Hikmet) de aynı gazetenin 17 Haziran 1935 tarihli nüshasında “Ben Münekkitten Yanayım” başlıklı bir yazıyla yanıt verir.
Tan gazetesinin aynı sayfasında, bir tarafta Orhan Selim’in bir tarafta Peyami Safa’nın yazıları yayımlanır. Tan’ın ikinci sayfasının sol sütununda Orhan Selim “Bu da Benden”, sağ sütununda ise Peyami Safa “Düşündükçe” başlığıyla köşe yazıları yazmaktadırlar. Sonrası, Avrupa’da gelişen ve hızla güç kazanan faşist hareketlerin büyük felaketlere doğru hızla yol aldığı ve siyasi kutuplaşmanın bütün dünyada olduğu gibi Türkiye’de de giderek derinleştiği yıllar yaşanır…
Faşizmin iyiden iyiye yükseldiği 1935 yılında, Türkiye’deki aşırı milliyetçi-sağcı edebiyatçılar, sesini daha çok yükseltmeye ve solcu aydınları açıktan hedef göstermeye başlamışlardı.
Peyami Safa, bir akşam bir dost sofrasında “Artık Nazım okunmuyor, yazıları bakkal ağzı, sütçü narası gibi sözlerle dolu” diye konuşur. Nazım Hikmet, ertesi gün Orhan Selim imzasıyla hem Tan’daki hem de Akşam’daki köşesinde Safa’nın bu sözlerini hedef alır.
Tan’daki yazının başlığı “Kahve-Gazino Entelektüelleri”, Akşam’dakinin ise “Entelektüel”dir. “Entelektüellerin çoğu bir bakıma gramofon plakları gibidirler. İçlerine neyi doldurmuşlarsa onu çalarlar… Tavuğun, sığırın küçüğü, civcivi, palazı, danası güzeldir. Entelektüelinse büyüğü…”
Orhan Selim, birkaç gün sonra Tan’da çıkan “Eski Dost” başlıklı yazıda şunları der bu kez: “Dostluk şarap gibi değildir. Yıllandıkça güzelliği, tadı artmaz çok kez. Tersine yılların içinde durgun su gibi kurtlanır, yosunlanır, tortulanır. Bunun için de düşmanların büyüğü çoğu kez eski dostlardan çıkar…”
İki yazarın tartışmaları, epey zaman hararetle sürer. Gazetenin sahibi Ziya Sertel iki ismi de ayrı odasına çağırarak uyarır. Bunu üzerine uyarıyı dikkate almayan Peyami Safa kavgayı, kendisinin çıkardığı Hafta Dergisi’nde sürdürür.
Zekeriya Sertel: “Nâzım daha çok komünizmi yaymak ve etrafındakileri komünizme kazandırmak meraklısıydı. Onun için, tartışmaların en önemli ve devamlı konusu komünizmdi. Bu konu, Peyami Safa’yı çileden çıkarıyordu. Peyami çok zeki ve kabiliyetli bir gençti. O sırada Fatih-Harbiye romanıyla edebiyat âleminde dikkati çekmişti. Nâzım, onu davaya kazanmaya çok önem veriyordu. Onun bütün itirazlarına ve hırçınlıklarına, bir peygamber sabrıyla katlanıyor, onu inandırmaya çalışıyordu. Fakat Peyami, zeki olduğu kadar da kötü ruhlu bir adamdı. Çok içki içer, hatta esrar kullandığı bilinirdi. Bu bakımdan da Nâzım’ın tam zıddı bir tipti. Nâzım’ın, çevresinde yarattığı etkiyi kıskanır, onun ak dediğine, mutlaka kara derdi. Nâzım’ı kıskanıyor, onun etkisine düşmekten korkuyordu. Bütün bunlara bakmayarak, Nâzım onu kazanmak umudunu bırakmak istemiyordu. Peyami de tersine, Nâzım’ı komünizmden caydırmaya çalışıyor, fakat bu çabasında yalnız kaldığını gördükçe deliye dönüyordu. Bu karşılıklı tartışma aylarca sürer. Sonunda Peyami, faşizmi seçer ve bizlerden ayrıldı. O tarihten sonra da ateşli bir antikomünist kesildi ve bütün ömrü boyunca faşizme hizmet etti. Komünizme ve komünistlere şiddetli hücumlar yaptı. Hele Nâzım’a ve bizlere karşı uydurmadığı iftira, yapmadığı jurnalcilik kalmadı.”
Dergide, “Biraz Aydınlık” başlığıyla Nazım Hikmet’i tanıdığı günlerden başlayarak kavga boyunca toplam yedi yazı yayımlar Peyami Safa… Nazım’ı nasıl tanıdığını, nasıl savunduğunu, Dokuzuncu Hariciye Koğuşu’nu nasıl ona ithaf ettiğini uzun uzun anlattığı bu yazılarda hasmına yönelik kullandığı ifadeler yenilir yutulur cinsten değildir.
Yazının içinde ise Nazım Hikmet’e ithafen “Şöhretinin büyük kısmını polisin takibine borçlu olan Bolşevik fantoması”, “lirik, cıvık hassas bir şair” ve “su katılmamış burjuva” tarzında ifadeler kullanır. Nazım Hikmet ise, Peyami Safa’nın ikinci yazısının yayımlanmasının ardından Yedigün Dergisi’ne röportaj verir.
Nazım Hikmet, Peyami Safa için “küçük burjuva münevveri” deyimini kullanır ve onun için şu ifadelere yer verir: “Herhangi bir fikre taassupla bağlanmanın, insanı bir sürü adamı haline soktuğunu söyleyen bu tip, mesela masonluk fikrine ve idealine kör bir taassup ve müthiş bir imanla bağlanmıştı ve bu bağlanışta o kadar ileri varmıştı ki bir mason locasına girebilmek için üç defa eşik aşındırıp üç defa reddedilmeyi bile göze almıştı.” Nazım:
“Anlat bana nasıl oldu da şu,
Anlat bana nasıl oldu da sen,
Yanarak boynu müsellesli bir mason imanıyla
Boyamak istedin Süleyman’ın çift sütununu
O biçare “hürriyet-i efkâr”ın kanıyla?
Hem ne derin bir inanışmış ki, bu,
Ne müthiş bir ateşle yanışmış ki, bu,
Göze aldırmış sana
Fenafi’l-Maşrık-ı Âzam olmayı,
Mason localarına üç defa başvurup
Mason localarından üç defa kovulmayı…
Bir düşün oğlum,
Bir düşün ve inkâr etme ki;
Gizli gece yolculuklarından kalmadır senin alın terin.
Peyami Safa, “Biraz Aydınlık” başlıklı yazılarının üçüncüsünde bu söyleşiye ağır bir dille cevap verir. “Kaldırım politikacısı ağzı kullanmak”la eleştirdiği Nazım’ın iddialarını “herze yumurtlamak” olarak nitelendiren Peyami Safa, bir dönem masonluğa ilgi duyduğunu gizlemez ancak “üç defa eşik aşındırıp üç defa reddedildiğim yalandır” diye yazar.
Nazım Hikmet’in cevabı yine Yedigün Dergisi’nde yayımlanır.
“Ey ihtisas mahkemeleri kaçağı
Ve Despinis Koko’nun aftosu,
Ey marka malı kör
Provokatör,
Ve ey zavallı yetim…
Yoktur şimşiri kahrını inkâra niyetim…
Kokla, çek ve iç,
Üzülme hiç…
Billahi cihan bilir ki, sen
Kahraman, ulusal muhaliflerimizdensin!
Kokla, çek ve iç
Üzülme hiç.
Yalnız, ara sıra
Bakıp aynalara
Bir deve derisinden beli değnekli Hacivat düşün.
Bir düşün oğlum:
Müdahin Çelebi Hazret-i Hacivat’ın
Giyerek harp ilahı göbekli Mars’ın üniformasını
Kahramanâne bir dalkavuklukla hesap sormasını.
Bir düşün oğlum,
Bir düşün ey sayın provokatör…
Her dövüşen sersemdir senin için
Her anlayıp inanan kör…
Ve sen ki, bir fikre bağlanışın
Azılı düşmanısın.
Bu sefer Peyami Safa’yı provokatörlükle suçlar ve ekler: “Bu mütereddi fitnenin maskesini alaşağı etmek, onun korkunç iç yüzünü, bulaşık hastalıklar müzesindeki bir ibret levhası gibi ortaya çıkarmak zamanı gelmiştir.” diyerek Peyami Safa’nın kendisine “Ben senin için Marksist olurum” dediğini söyler ve Peyami Safa’nın menfaatçi olduğunu düşündüğünü ekler bu cevabi yazısına…
“Sen çıkmadın
Çıkardılar karşıma seni!
Kıllı, kara elleriyle tutup enseni
Gövdeni yerden bir karış kaldırdılar,
Sonra birdenbire
Bırakıp yere
Seni pantolonumun paçasına saldırdılar.
Bir düşün oğlum,
Bir düşün ey yetim-i Safa
Bir düşün ki, son defa
Anlayabilesin:
Sen bu kavgada
Bir nokta bile değil,
Bir küçük, eğri virgül,
Bir zavallı vesilesin!
Ben, kızabilir miyim sana?
Sen de bilirsin ki, benim âdetim değildir
Bir posta tatarına
Bir emir kuluna sövmek,
Efendisine kızıp
Uşağını dövmek!
Sen de bilirsin ki, jurnal esnafı, senin gibiler
Tutulup kulaklarından birer birer
Teşhir edilirler.
Ben, sadece söküp
Bir fitnenin otuz iki dişini,
Ve Babıâli kaldırımlarına döküp
Geleceğini, geçmişini
Aldım omuzuma işte bu teşhir işini…
Bir düşün oğlum,
Bir düşün ve inkâr etme ki;
Keteon matbaasında ut çalıp
Ayak şarkıcılarına beste talim eylemek,
Ve o biçare Larus’un ırzına geçip
Zatını âlim eylemek,
Sana pek
Zor geldi ki, demek;
Aranızda dolaşır görünce
Benim “Orhan Selim” adlı dilsiz
Ve kolu bağlı gölgemi,
Hemen azıya alıp gemi
Faşisto-Demokrato-Liberal
Bir jurnal
Yazıp
Delikanlıyı yere çalmak
Ve bir miktarı münasip elden almak
istedin!..
Elden alıp almamana
Karışmam ama
Biz,
Gölgemizi bile çiğnetmeyiz adama!
(SÜRECEK)

Hakkında admin

Cevapla

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Required fields are marked *

*