Son Haberler
Anasayfa / atölye / “SERDENGEÇTİ BİR İMAN VE HEYECAN ADAMIDIR”

“SERDENGEÇTİ BİR İMAN VE HEYECAN ADAMIDIR”

Pocket
Bookmark this on Google Bookmarks

Osman Yüksel Serdengeçti ile ilgili Yerli Düşünce Dergisi adına Koray Tümay’ın şahsımla yaptığı röportaj derginin Kasım-2019 tarihli 59.sayısında yayınlandı.
1.Osman Yüksel Serdengeçti’yi sizin ağzınızdan kısaca tanıyabilir miyiz? Kimdir Osman Yüksel Serdengeçti?
Asıl adı Osman Zeki Yüksel’i unutturacak kadar dava delisi bir Serdengeçti… İşaretli bir günde, 10 Kasım 1983’te vefat ettiği hâlde hatırlanmayan, hatta unutturulmak istenen bir bayrak isim… Bastırılmış, kıstırılmış, susturulmuş milyonların gürleyen sesi… Tek kişilik muazzam bir millî muhalefet ve millî müdafaa kuvveti… Hormonsuz, tabiî milliyetçiliğin en şuurlu temsilcisi… Sorosların tertip ve tezgâhlarını bozacak uyanık vatanperverlerin, ülkücü milliyetçi nesillerin, muhafazakâr demokratların, hatta milletin inancıyla problemi olmayıp kendini ezilenlerden yana gören bağımsız yerli solcuların Osman Abisi, Torosların yiğit evlâdı… Kendisini Türklüğe adamış, yalın kılıç yaşayan-konuşan-yazan, gözünü budaktan, sözünü dudaktan esirgemeyen bir millet fedaisi… Bir zamanların cihan devleti koca Osmanlının, Devlet-i Aliyye’nin çöküşünü; Millî Mücadele, işgalden kurtuluş ve yeni rejim Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş sancılarını ta derinden hissederek yaşanan bir çocukluk ve gençlik çağı… Âlim, fazıl, aynı zamanda bir hattat sanatkâr olan Akseki Müftüsü Ahmet Salim Efendi ile Emine Hanım’ın oğlu Osman… Karazor, Kara Osman, Bağrıyanık, Peşrevci, Isırgan, Mahkûm, Heccav, Bağrıyanık Ozan, Muzip, Salim Zeki, Osman Yüksel, Serdengeçti gibi yirmi kadar müstear isimle şiirler, “Gülünç Hakikatler”, yazılar yazan Serdengeçti Osman Zeki Yüksel… Havalı değildi, havasından yanına varılmayanlardan değildi. Parti, hizip, cemaat farkı gözetmeksizin kendini bu toprağa ait sayan; Türk’üm, Müslümanım diyen herkesin “Osman Abi”siydi. Serdengeçti Neşriyatı ile Anadolu’nun hemen her köşesinden, cemiyetin her kesiminden, sadece tahsilli memur talebe değil; işçisinden çiftçisine, bakkalından berberine kadar uzanan geniş yelpazeli okuyucusu olan bir halk adamı yazar… Gazeteci, şair, muharrir, siyasetçi, mücadeleci kimliğine rağmen mektepleşemedi. Yerli düşüncenin üç kutup ismi: Atsız; Ötüken’le, Necip Fazıl; Büyük Doğu’yla, Nurettin Topçu; Hareket’le mektepleşirken; Serdengeçti, bu üçgenin kapsama alanında müstakil ve münferit bir isyan çığlığı gibi kalmıştır. Lise yıllarında Fikret’e karşı Âkifçi olan, hilâl ve istiklâl şairimizi örnek alan Turancı bir Müslüman Türk… Hayalleri büyük, ülküsü büyük; fakat Anadolu’daki fakir, gariban, bir teneke buğdaya çocuklarını değişecek kadar zelil ve sefil düşen dilsiz köylünün dili olacak kadar da Anadolucu… Particiliği mezhep, milletvekilliğini meslek hâline getirenlerden olmadığından; her yerde ve her şartta eğriye eğri, doğruya doğru diyen; eğilmeyen, bükülmeyen şahsiyetinden dolayı siyasette başarılı olamadı. “Allah-Vatan-Millet” yolunda yürüyenlerin ufkunda bir yıldız olarak kaldı. Rahmet olsun.
2. Osman Yüksel Serdengeçti’yi nasıl tanıdınız? Onunla ilgili hatıralarınızı okurlarımızla paylaşır mısınız?
Onun adını ilk kez, rahmetli ilkokul öğretmenim Süleyman Öznur’un okuduğu gazeteden duydum, gördüm. Adı gibi güzel bir insan olan Öznur Hocam, arada bir okuduğu “Yeni İstanbul” gazetesini meraklı talebelere verirdi. İlkokul ikinci sınıf talebesi cahil, köylü bir fakir aile çocuğunun, anlatan olmazsa gazeteden köşe yazısı takip etmesi pek mümkün değil elbet. Fakat Serdengeçti ismiyle ilk aşinalığım, daha ilk mektep çağında başlar. Serdengeçti ismiyle esaslı tanışmamız, memleketim Burdur Bucak GÜT (Genç Ülkücüler Teşkilatı) Başkanı Ahmet Ceylan abim sayesinde gerçekleşti. Üç dört sayı “Serdengeçti Mecmuası”, “Bu Millet Neden Ağlar”, “Bir Nesli Nasıl Mahvettiler”, “Mabetsiz Şehir” kitaplarını vermişti teşkilattan, okumam için… Dergiler ve bu kitaplardaki yazılar, gazete yazılarından daha sert, daha heyecanlı idi. Mektep medrese yüzü görmemiş fakat iyi kötü okumayı öğrenmiş rahmetli babamla tek odalık fakirhanemizde dönüp dönüp okuduğumuzu, hatta babamın belki bir ay hiç kahveye bile çıkmadığını söyleyeyim. “Bir Nesli Nasıl Mahvettiler”i baştan sona, diğer kitaplarından çeşitli seçme yazıları Pazar Camii’nin hemen yanındaki “İhtiyarlar Kahvesi”nde okurdum. Camiden, namazdan çıkan ihtiyarlar kahvede başıma toplanır, belki defalarca dinledikleri yazıları tekrar tekrar dinlemekten bıkmaz, usanmazlardı. Ben de okuya okuya âdeta Osman Abi’nin Safahat hafızı olduğu gibi nerdeyse kitaplarını ezberlemiştim. Nihayet bir gün, tarihini tam hatırlamıyorum amma 12 Mart 1971 Muhtırasından sonra olsa gerek Bucak’a, Serdengeçti gelmiş dediler. Koşa koşa Bucak MHP İlçe Başkanı rahmetli Kalender Emmi’nin (Salih Kahraman) sanayideki oto döşeme dükkânına gittim. Âdeta top güllesi savurur, kırk batmanlık gürz sallar gibi heyecanlı yazılar yazan Serdengeçti, orta mektep talebesi genç ülkücü çocuğun muhayyilesinde pehlivan yapılı bir levent gibi canlandığından, hayalimdeki Serdengeçti diye hemşerimiz MHP Antalya İl Başkanı Kemal Bozkurt’un elini öpmeye vardım. “Lan çocuk! Serdengeçti ben değilim, şu titreyen adam.” dedi ve karşısındaki sandalyede oturan kara-kuru, basit, köylü kıyafetli adamı gösterdi. Osman Abi, sol elinin üstüne oturmuş, yine de hafif titriyordu. Elini öptürmedi. Bir de şaka yaptı: “Anarşist solu şöyle baskı altında tutmazsanız, kontrol etmezseniz memleket de benim vücudum gibi böyle zangır zangır sallanır.” O günden sonra Serdengeçti ile baba-oğul, abi-kardeş gibi kendiliğinden bir hukukumuz teşekkül etti.
Öğretmen Okulu’nda okurken dergiler, kitaplar gönderdi. Mektuplarla moral güç ve nasihatler verdi. Tenzilatlı gönderdiği hâlde parasını ödeyemediğimiz için başımıza kakmadı, istediğimizde yine kitaplar göndermeye devam etti. 1974-75’lerden sonra Parkinson’u iyice ilerledi. Rahmetli Ayhan Songar Hoca nezaretinde önerilen tedavi programlarını takip etmedi, ilaçlarını düzgün kullanmadı ve maalesef yazamadığı gibi gündelik hayatın zaruri ihtiyaçları için de desteğe, himayeye muhtaç hâle geldi. Akseki’ye; çok küçükken kaybettiği annesinin kokusu, babasının Kur’an okuyan sesi, geniş ailenin, çocukluğunun hatıraları sinmiş eski konağa sığındı. “Siyaset, parti, patırtı beni yıprattı.” diyerek inzivaya çekildi. Fakat yazamamak ona çok ağır geliyordu. “Bir zamanlar kalemiyle Türkiye’yi karıştıran adam, şimdi bir çayı karıştıramıyor”du. Birkaç arkadaşımızla fırsat buldukça, yaz tatillerinde bağ bahçe işlerine biraz yardım edivermek, bademlerini toplayıvermek aslında onun sohbetinden istifade etmek fırsatıydı. Ahir ömründe bazı mektuplarına ve bilhassa Ahmet Kabaklı Hoca’nın Türk Edebiyatı’nda neşredilen son yazı ve şiirlerinin kâtipliğini yapmak bahtiyarlığına nail oldum. “Aklım sanki kalemin ucundaymış gibi, kalemi elime almadan yazamıyorum.” dese de, beğenmese de, söyleyip yazdırdıkları da Serdengeçti’ye mahsus samimi üslûbu yansıtır. Sadece bir misal olarak, 1978 yılında Adana Kapalı Cezaevi’nde yatmakta olan Antalya ÜGD (Ülkücü Gençlik Derneği) Başkanı Ramazan Aksu’ya gönderdiği mektup yeter:
“Sevgili Kardeşim;
Bayram tebrikini aldım. Ben de cümlenizin bayramını tebrik eder, gözlerinizden öperim.
Ben, bildiğiniz ve duyduğunuz gibi çok hastayım. Titremem gittikçe artıyor. Bir zamanların kükreyen adamı, şimdi titreyen adam oldu. Allah’tan geldi. Ne denir?.. Sizlerin durumuna da çok üzülüyorum. Memleketimizin en temiz, en civanmert çocukları, sizler, genç milliyetçiler; bir kısmınız kara toprakların altında, bir kısmınız demir kapıların, kalın yapıların ardında çile dolduruyor. Her gün radyoyu açtığımda dört beş gencimizin daha öldürüldüğünü duyuyorum. Hastalığım daha da artıyor. Kendi öz vatanımızda bizler bir garibiz. Bu devlet bizim devletimiz, bu hükûmet bizim hükûmetimiz, bu vatan bizim vatanımızdır. Fakat hangi hain eller, kötü emeller sizi, bizi, bütün vatanseverleri birer birer hayatlarının baharında yerlere seriyor. Bütün emelimiz, emellerimiz, ümitlerimiz bir anda kayboluyor… Mecâlim olsa oralara kadar gelmek, sizlerle göz-göze, yüz-yüze gelip dertleşmek isterdim. Fakat heyhât, şu mektubu bile bir başkasına yazdırıyorum.
Sevgili Gençlerimiz;
Sizin berâtınız için ‘Adalet’in ‘A’ harfi dahi kâfidir. Aslında siz Allah’ın katında, milletin huzurunda berâtlısınız. Sizin kurtuluşunuz, Türkiye’nin kurtuluşu olacaktır. Bugünleri hasretle bekliyoruz. İstiklâl Marşı şairimizin dediği gibi:
‘Doğacaktır sana vâdettiği günler Hakk’ın
Kim bilir, belki yârın, belki yârından da yakın!’
İşte bugünleri özlüyor, gözlüyoruz…
Ben, bildiğiniz gibi Akseki’deyim. Yunus Emre’nin gibi; “Dağlar ile, taşlar ile” iç-içe, gönül-gönüle… Ne gelen var, ne giden… Şu radyo televizyon da olmasa daha iyi olacak. Hiç olmazsa şu kara haberleri işitmezdim…
Ben de gençliğimde hapishanelerde çok yattım. Hapishanenin ve hapishanelerin ne olduğunu biliyorum. Her şeye rağmen bu hayattan da alınacak dersler vardır. Kendinizi, sıhhatinizi, ahlâkınızı korumasını bilin. Çok tedbirli ve düşünceli hareket edin. Sabırlı olun…
Şimdilik sizlere yazacaklarım bundan ibarettir.
Eski Milletvekillerinden
Osman Yüksel Serdengeçti”
Osman Abi yazılarında unvan, makam sıfatları kullanmazdı. Bu mektubu bitirirken, “Eski Milletvekillerinden yaz da hem mektuba el koymasınlar hem de bu çocukları sahipsiz sanmasınlar, arkası olduğunu düşünsünler.” demişti.
Osman Abi’nin iyi derecede İngilizce bildiğini öğrenince çok şaşırmıştım. Akseki’de evinde dünya çapında meşhur Larousse ve Britanica ansiklopedilerinin İngilizcesini görünce, biraz da hayretle sormuştum: “-Abi ne yapıyorsun bu kitapları?” “-Yahu kitap ne yapılır; merak ettiğim bir şey olursa bakıyorum işte…” Toprağa ve tabiata âşık bir yayla çocuğu olan Serdengeçti’yi bir defasında bahçesindeki sarnıcın üstünde İngilizce bir kitap okurken buldum. Karıncalarla ilgili bir kitapmış, kitabı eline almış; yuvasına yem taşıyan karıncaları takip ediyor. “Yahu adam ne güzel anlatmış, sanki karıncalarla beraber yaşıyormuş, onlardan birisiymiş gibi…” diyerek hayranlığını ifade etmişti. Onunla ilgili pek çok hatıramız var amma, sanki onu vesile kılarak kendimizi anlatıyoruz görüntüsüne kapılmaktan hicap duyarım. Nefsine, kendine karşı cimri; ihtiyaç sahiplerine fevkalade cömert bir adamdı. Düğün dernek işlerinden pek hoşlanmazdı. Düğünüme gel(e)memişti fakat üç aylık öğretmen maaşına denk harçlık göndermişti mesela…
3. Yakından tanıdığınız Osman Yüksel Serdengeçti’nin fiziki ve ruhi portresini çizmenizi istesek nasıl bir portre çıkar karşımıza?
Merhum Osman Abi; kara yağız, derin bakışlı, hassas, heyecanlı, tok sesli, gönül diliyle konuşan, baştan ayağa samimiyet remzi bir dâva, ülkü, iman, mücadele adamı… Ruhiyatı, talim ve terbiyesi itibariyle cevherinde Yunus gibi bir derviş, Bergson gibi bir bilge filozof saklı. Fakat o, “Allah-Vatan-Millet” yolunda Serdengeçti olmayı seçti. Paraya pula, makama çula göre adam seçmediğinden, kendi kıyafeti de oldukça sade, gösterişsiz. Hatta biraz da dağınık, derbeder… Milletvekili olunca, kravat da takmadığı için polisin tanıyamadığı, meclise almak istemediği rivayeti doğrudur. Hatta bir defasında da polisin biri; mecliste görevli çamaşırcıya benzetmiş de, kimliği görünce özür dilemek istemiş. Osman abi de “Onun aldığı para bizimkinden helaldir.” demiş.
4. Serdengeçti’nin şairliği ve edebî kişiliği hakkında neler söyleyebilirsiniz? Şiirlerindeki konular neydi? Sizden onun üç güzel şiirini sıralamanız istense, sıralamanız nasıl olurdu?
Serdengeçti, “Ben şair değilim, fakat şiirden anlarım.” diyordu. Fakat manzume sıradanlığını aşmış epey kıymetli şiirleri vardır. Belki ilk okuduğum, dönüp dönüp okuduğum, ezberlediğim şiirler olduğu için ben “Bu Millet Neden Ağlar”da çıkan Ağıtlar ve Destan – İmparatorluğa Mersiye şiirlerini çok sevmişimdir. Benimki edebî değil indî bir mütalaa olacak amma, her iki şiir de bir dönem Türkçü, Turancı, ülkücü gençliği çok etkilemiştir. Plaklara kaydedilip Doğu Türkistan’a da gönderildiğini ifade ettiği Ağıtlar’ı ilk okuduğumda yüreğimin kabardığını; kendisinden dinlediğimizde de gözyaşlarıma hükmedemediğimi gizlemiyorum. Sanırım aynı hissiyatla sarsılan, bizim nesilden çok kişi vardır. Başta Uğur Işılak, Hilmi Şahballı, Ozan Manas gibi sanatçıların okuyup türkü formunda yorumladıkları “İmparatorluğa Mersiye”yi dinleyip ürpermeyen Müslüman-Türk yürek düşünülebilir mi? Edebî kıymeti açısından Issız Dağ Başlarında, Bozkır, Hapishanelerde Hülya ve Hayâl, Yunus’un Yollarında O2nu en iyi anlatan şiirler diyebiliriz. Serdengeçti, az şiir yazmıştır; fakat kendine özgü sesi yakalamıştır. Çok az serbest vezinle yazdığı şiirler de disiplinsiz değildir. En azından halk şiirinin sesini çağrıştıran, ritmik bir akış ve kafiye düzeni vardır. Felsefe tahsil etmesine ve moda olan Garip, İkinci Yeni, Sürrealizm gibi Batı kaynaklı edebî akımlara dönüp bakmamıştır bile. Vezinsiz, kafiyesiz, bulmaca çözer gibi anlaşılmaz sembol ve imgelerle çağdaş sanat yapma derdine düşmemiştir. Millette yabancı, halktan kopuk, geleneğe yabancı, Türkçe’yi katleden “Edebiyat” örneği tuhaf “İslami sanat edebiyat” hareketlerine de soğuk bakmıştır. Sağlığında çıkan Erzincan Destanı, Akdeniz Hilâlindir, Cenk Türküsü, Türk ve Tanrı isimli dört kitapçığı ve kitaplara girmeyen şiirlerini 2016 yılında Bütün Şiirleri’nde toplayan Prof. Dr. Cemal Kurnaz Hoca’ya, Serdengeçti muhipleri olarak minnettarız.
Dinî, millî, tasavvufî heyecanı yansıtan şiirleri bence hicivlerinden, taşlamalarından daha kuvvetlidir. Yabancılaşmaya varan, Batılılaşmayla gelen yeni moda alışkanlıkları ve tipleri alaycı, iğneleyici bir dille yazdığı Asrî Aile, Gökdelen Destanı şiirlerinin kitlelere yayılacak kadar çok okunduğunu biliyoruz. Ömrünün son demlerinde yazdığı bazı manzum denemelerde (Mektup, Gel Uzun Gecelere Bürünelim), sanki Mesnevi’den yansıyan Mevlânâ kokusu hissedilir. Bunun dışında kendi trajik yalnızlığı, ihtiyarlığı ve terk edilmişlik duygularını, dostlara sitemlerini de günlük yazar gibi şiire dökmüştür.
5. Osman Yüksel, Ziya Gökalp’in “Türkçülüğün Esasları” adlı önemli eserini yeni harflerle yayımlayan ilk kişidir. Onun Ziya Gökalp’e olan sevgisinden ve Türkçü-Turancı düşüncelerinden söz eder misiniz? Onun milliyetçilik anlayışının esasları neydi?
“Düşman yurtları viran olacak
Türkiye büyüyüp Turan olacak”
“Bu Millet Neden Ağlar”ın daha girişinde, “Biz Bunlara Bağlıyız” başlığı altında mücadele ve şahsiyet çizgisini, örnek insanların örnek sözleriyle ifade eden Serdengeçti, Ziya Gökalp’ten de bu beyiti alır.
Atsız Hoca, kendi çizgisinde ne kadar natürel bir Türk(çü) ise, Atsız-Topçu-Necip Fazıl üçgeninin merkezindeki Osman Yüksel Serdengeçti de Atsız’a en yakın duyuş ve düşünüşler içinde hakiki bir milliyetçidir. Türk milliyetçiliğinin diğer bir adı olan Türkçülük fikriyatını ilmî bir temele oturtan Ziya Gökalp hakkında Nurettin Topçu ve Necip Fazıl tamamen menfi bir tavır içindeyken; Torosların dik başlı çocuğu Aksekili Osman Yüksel Serdengeçti, neşriyatı arasına Gökalp’i de almıştır.
Serdengeçti, bir iman ve heyecan adamıdır. Fakat Gökalp’in ilmî Türkçülük bahsinde ne kadar mühim olduğunun farkındadır. Gökalp’in saptırılmadan, bozulmadan, dosdoğru anlaşılması ve anlatılması için titizlik gösterir. Serdengeçti’de, Gökalp ve hakikat hassasiyeti çok önemlidir.
Onun kitaplaşamamış gazete yazılarında bile Gökalp’e göndermelere rastlanabilir. Gökalp’in, Serdengeçti Neşriyatı arasında çıkan “Türkçülüğün Esasları” ve “Türkleşmek, İslamlaşmak, Muasırlaşmak” eserlerine Serdengeçti’nin yazdığı önsözlerin önemine binaen okunması gerekir ki; fikrî duruşu doğru anlaşılsın. “Milliyetçi Türk Gençliği Adına Osman Yüksel (Serdengeçti)” imzasıyla yayınlanan önsözü okuyunca, aklımız ister istemez şu suallere takılıyor:
“Gazi Hazretleri”nin “Fikir Babası” olarak da bilinen Ziya Gökalp’in en önemli eseri, Türkçülüğün Esasları, harf devriminden önce eski yazıyla yayınlandığı için yasaklı duruma mı düşmüştür?
Cumhuriyet’in kurucu iradesi Türkçülük üzerine bina edildiği hâlde; bu fikriyatın mürşidi Ziya Gökalp niçin yıllarca nisyana terk edilmiştir?
Bugüne kadar bu soruların net cevabı verilmedi.
Serdengeçti’nin milliyetçilik anlayışında Türklük ve İslamiyet iç-içe, mündemiçtir. Tıpkı “kültür emperyalizmi” gibi “Tanrı Dağı kadar Türk, Hıra Dağı kadar Müslümanız” sözü, Türk millî tefekkür dünyasına ve siyasete onun hediyesidir. Mevlânâ’dan Namık Kemâl’e, Mehmet Âkif’ten Ziya Gökalp’e birbiriyle ilgisiz gibi duran abide şahsiyetler, Serdengeçti’nin milliyetçilik çerçevesine dâhildir. İlkokul talebeliği yıllarında Turancı bir havayla büyüyen Serdengeçti; 1944’te Irkçılık, Turancılık davası sırasında en ağır takibat ve mahrumiyetlere uğrayan milliyetçi aydınlar arasındadır. Hatta bu dönemde talebesi olduğu DTCF’den atılmış, esas bundan sonra “Serdengeçti”liğe atılmıştır.
Serdengeçti, bir fırtına gibi esen pozitivist tek parti CHP milliyetçiliği ile kavgalıdır. 1947’de basılan Serdengeçti’nin ilk sayısında yayınlanan, “Yolumuz-Bizim Milliyetçiliğimiz” yazısında, yıllarca sürecek mücadelenin ilk şimşeği çakar âdeta: “Serdengeçtiler, kelimenin tam manasıyla milliyetçidirler. Milliyetçilik, bizim için bir vasıta değil, bir gayedir. Millet, vatan, mukaddesat gibi kimsenin itiraz edemeyeceği, hassas, muteber kelimelerin arkasına sığınıp oradan şahsi menfaatlerini müdafaa edenler, bir memleket kadar genişleyen ihtiraslarını yurtseverlik şeklinde gösterip, milliyetçiliği, bu ulvi gayeyi büyük servetlere, yüksek menfaatlere erişmek için vasıta olarak kullananlar vardır. Biz temiz niyetli, vatan duygulu, memleket düşünceli Türk Gençleri, bu türlü bir milliyetçilikten nefret ediyoruz! Bizim milliyetçiliğimiz hususi vagon, bol harcırah, yüksek makam milliyetçiliği değildir. Hakk’a tapan, halkı tutan, yalınkılıç bir milliyetçiliktir. Şu üzerlerinden büyük menfaatlerin ağır silindiri geçmiş, dümdüz olmuş, yol olmuş şahsiyetsizler, şu zamanın kıymet ve kuvvetlerini alkışlayanlar, her ne pahasına olursa olsun biraz daha, bir gün daha yaşamayı kendilerine değişmez düstur edinenler bizden değildirler.”
6. 3 Mayıs 1944’ün, Türkçülük ve Turancılık Davası’nın sembol ismi Hüseyin Nihal Atsız’la adı en çok anılanlardan biri de Osman Yüksel Serdengeçti oldu. Serdengeçti’nin 1944 “Milliyetçilik Olayları” içindeki konumu ve rolünden söz eder misiniz?
Serdengeçti; Atsız-Sabahattin Âli, davasında Atsız’ı desteklemek için Ankara’daki yüksek tahsil gençliğini organize eden kişidir. Değişik fakültelerden milliyetçi gençler zaman zaman Osman Abi’nin Hisar’daki fakirhanesinde toplanırlar. Bu toplantılarda, “Moskof Ayısının” gölgesi gibi üstümüze düşen kızılca kıyamete karşı “yakalım-yıkalım, vuralım-kıralım” diyen öfkeli şiddeti savunanlar da vardır. Fakat o pür heyecan kişiliğine rağmen Serdengeçti, daima fikre karşı fikirle mücadeleyi savunur. Kanun yolundan sapmadan, hukuki mücadeleyi esas alır. Öfkeyle kalkanın zararla oturacağını telkin eder. Nitekim 3 Mayıs 1944 nümayişi tamamen böyle masum bir niyetle düşünülmüş demokratik bir eylemdir. Maksat hem Atsız’a destek vermek hem de kızıl afete, komünist tehlikeye karşı hükûmeti uyarmaktır. Üzerlerinde bir bıçak, ellerinde bir sopa dahi bulunmayan milliyetçi gençliğin masumane yürüyüşü öylesine abartılır ki; güya Irkçı-Turancılar Çankaya’yı basacak, İsmet Paşa’yı ve hükûmeti düşürecekler. Ankara Valisi Nevzat Tandoğan’ın da “Yukarı”ya büyük bir isyan şeklinde aksettirdiği 3 Mayıs yürüyüşü bahane edilerek, ileri gelen milliyetçiler derdest edilip, örfi idareye verilir.
Osman abinin ifadesiyle “3 Mayıs 1944 Hareketi hadiselerine karışanlar; şuurlu, gayeli, vatanperver, ateşli milliyetçilerdi.” Hükûmet, Hitler’in mağlubiyeti Sovyet Rusya’nın yükselişi karşısında plağın tersini yayına koymuş, dün Hitler’e yağ yakanlar birden Irkçılık-Turancılık darbe tehlikesini icat etmişlerdi. Başta genç bir subay olan Alparslan Türkeş Bey olmak üzere, Hüseyin Nihal Atsız, Reha Oğuz Türkkan, Zeki Velidi Togan, Nejdet Sançar, Fethi Tevetoğlu, Cebbar Şenel, Hasan Ferit Cansever, Nurullah Barıman, Mustafa Zeki Sofuoğlu, Fazıl Hisarcıklı, Hüseyin Namık Orkun, Saim Bayrak, İsmet Rasim Tümtürk, Cihat Savaşfer, Muzaffer Eriş, Fehiman Altan, Yusuf Kadıgil, Hikmet Tanyu, Hamza Sadi Özbek, Orhan Şaik Gökyay, Cemal Oğuz Öcal, Said Bilgiç, Mehmet Külâhlıoğlu gibi her biri kendi sahasında temâyüz etmiş kişiler yanında Osman Yüksel de tutuklanmıştır. Türkiye’de ilk millî muhalefet günü olarak tarihe geçen ve her yıl “Türkçüler Günü”, “Milliyetçiler Bayramı” gibi çeşitli adlarla ülkücü sivil toplum kuruluşları tarafından düzenli kutlanan, anılan 3 Mayıs faciası ile ilgili en güzel eser Kara Kitap’tır. Rahmetlinin sağlığında değişik gazete ve dergilerde parça parça tefrika edilen, bir türlü kitap hâline getirilemeyen KARA KİTAP da, Prof. Dr. Cemal Kurnaz hocamızın titiz gayretiyle okuyucularla buluştu. Buradan ne anlatsak az gelir, zayıf kalır. En güzeli Atsız-Serdengeçti münasebeti ve 3 Mayıs’ın hakikatini öğrenmek için bu kitabın okunması gerekir.
7. Osman Yüksel Serdengeçti’nin ömrünün önemli bir kısmı hapishane köşelerinde geçmiştir. Biraz da onun mahkeme süreçlerinden, yargılanma gerekçelerinden, hapishane yıllarından ve hapishaneye dair şiirlerinden bahseder misiniz?
Bence bu konunun teferruatına girmek bir derginin hacmini (sayfa sayısını) aşar. Şu kadarını söyleyelim; ahir ömründe bile açılan davalarla hakkında açılan dava sayısı yüzü aşmıştır. Bir konuşmasında “tam doksan sekiz defa mahkemeye verildiğini, sekiz defa mahpus, bir defa da mebus” olduğunu kendisi söylüyor. Serdengeçti’nin hakkında açılan davaları, kendi davasını millete anlatmak için bir fırsat olarak gördüğü malumdur. Hangi davada olduğunu unuttum ama; onun ölünceye kadar avukatlığını yapmış arkadaşı Süleyman Arif Emre, mahkemede Serdengeçti’nin konuşmasına bile fırsat vermeden, tereyağından kıl çeker gibi nefis bir hukuk müdafaasıyla beraat kararını almıştır. Serdengeçti, sevinip teşekkür edeceği yerde Emre’ye çıkışır: “Yahu yırtık dondan bilmem ne çıkar gibi nerden çıktın sen?.. Ben bir aydır hapishanede bugünü bekliyordum. Onca hazırlığı neye yaptım ben? Konuşacağız, savunacağız, hücum edeceğiz, davamızı millete anlatmış olacağız… Gazeteler yazmasa bile takipçiler, hakimler dinlesin o da yeter!..” Mahkemelerini, hapisliğini bile gırgıra alan Serdengeçti, dergisinin bir sayısında şu “reklam”ı neşreder: “Serbank Sermayesi: Cesaret ve felâket. Merkezi: Ankara Hapishanesi Şubeleri: İstanbul-Konya-Akseki-Malatya” Keşke “Ayasofya Davası” gibi bütün davaları tespit edilip, neşredilseydi. Yedi ay hapis yattığı bu davada, “Din ve dince kutsal sayılan değerleri şahsi menfaatlerine alet etmek.” ithamına karşı mahkemeye şöyle haykırır: “Ayasofya ibadete açılırsa benim ne gibi bir menfaatim olabilir? Ayasofya’ya imam mı olacağım, müezzin mi?..” Acaba mahkeme heyeti bu sözler karşısında ne dedi, ne hâle geldi; hep merak etmişimdir.
Onun hapishanelere dair müşahede notları, içtimaî tespitleri fevkalade mühimdir. Gerçek kader mahkûmlarının acıları, af umudu, içeride kumar ve çeşitli kötü alışkanlıklara düçar olup iyice çürüyüp gidenler… Ana teması hatta isimleri doğrudan hapishane olan üç şiirinden Hapishanelerde Hülya ve Hayal, Türk edebiyatının en yalın güzel mahpusluk şiirlerinden birisidir. Konya Cezaevi’nde 1947 yılında yazmıştır. Şunu da belirtmeden geçemeyeceğim; Osman Abi, bir zamanlar vukuatlı olduğu Sabahattin Ali’nin hapishane ve dağlarla ilgili birkaç şiirini çok sever ve ezbere bilirdi.
8. Osman Yüksel Serdengeçti’nin milletvekilliğinden ve siyasete bakışından bahseder misiniz?
“Bir avuç badem ve azıcık pekmezle kifâf-ı nefs eyleyen, bir derviş gibi yaşayan” Osman Yüksel Serdengeçti, esasen alışıp bildiğimiz siyasetçi kalıplarına uymaz. Siyasetin dolambaçlı entrika ve menfaat yollarına aklı ermez, itibar da etmez. O; meclis, seçim, alkış, tezahürat adamı değildir. 1954 seçimlerinde Antalya’dan bağımsız aday olduğunda yaşadıkları siyaset tarihimizin bir kara mizah sayfasıdır. Seçim bildirisinin yankısından tedirgin olan partili rakipleri ne fırıldaklar çevirirler ne iftiralar yayarlar. Konuşmaları savcılar tarafından yarıda kesilir, kürsüden indirilir. Alanya Kalesi’nde, bir akşam namazı kılar; imam mıydı, cemaat miydi, yanında kaç müridi vardı; dedikoduları başlar… Kılık kıyafetini misal göstererek, “Bu Serdengeçti değil, sahtesi. Bu, serserinin biri, kendini Serdengeçti diye yutturuyor.” derler. Meyhanede akşam kafayı çektiğinden, ölüm haberine kadar yalanlar, iftiralar yayılır. Bir hoca bulurlar; fetvayı alırlar: “Ben Kur’an-ı Kerim’e baktım, orada CHP’nin de yeri var, DP’nin de. Amma müstakilin yeri yok!” Serik’te adı komüniste, Akseki’de deliye çıkar. Bütün bunlara rağmen on binlerce oy çıkar, ancak halkın çoğunluğu Serdengeçti yazmış. Seçim Kurulu Başkanı, “Serdengeçti” dergi adıdır, diye oyları geçersiz sayar. “Yahu dergi adaylığını koyar mı; ben adam Serdengeçti’yim, bu oylar benim.” dese de, itirazları kabul edilmez. Neticede iftiracılar mebus, Serdengeçti mahpus… 1957 seçimlerinde Antalya’dan Halkçılar gelirler, müstakil olarak listelerine almak isterler. Kendisi şöyle anlatıyor: “Müstakil de olsam CHP’nin listesine girmek camiyi bırakıp kiliseye girmek gibi bir şey olacaktı bence. Onlara dedim ki: ‘Sizin partiniz ve şefiniz aleyhine yazdığım yazıları Antalya körfezine atsam Akdeniz, Karadeniz olurdu.’ Güldüler… Biraz sitem, biraz kırgınlık oldu, çektiler gittiler.” 1961 seçimlerinde yine mebus olayım derken Konya’da mahpusluk… Nihayet 1965 seçimlerinde AP Antalya milletvekili seçilir. Meclise döner kapıdan girilmektedir. Daha ilk girişte espriyi patlatır: “Yahu daha Meclise girerken dönekliğe alıştırıyorlar. Buranın alaturka bir kapısı yok mu?..” Başbakan Süleyman Demirel’in ifadesiyle, “İçimizde Osman varken Halk Partisi’ne ne lüzum var canım; onlardan iyi muhalefet yapıyor.” Meclis’in kalender, kravatsız milletvekili Osman Yüksel, AP’den ihraç edilir. Siyasette umduğu hizmet ve fazilet ortamını bulamaz, hayal kırıklığına uğrar. Daha sonra CKMP’ye, Türkeş’in partisine giren Serdengeçti; en aktif siyasi hayatını üç hilalin altında yapmıştır. CKMP ve MHP Akseki İlçe Teşkilatı’nın adresi Serdengeçti’nin evidir. MHP’de, seçimlerden ve propagandadan sorumlu genel başkan yardımcısı iken yaptığı beş radyo seçim konuşması olay olmuştur. Hele ilk radyo konuşmasında aldığı çantalar dolusu tebrik telgrafları, partinin aldığı oylardan fazladır belki. Postacılar günlerce paket paket telgraf taşırlar. O konuşma hakkında kendisi bakın ne diyor:
“Ben ilk radyo konuşmalarımı 1968 yılının Mayıs ayında CKMP adına yapmıştım. İlk konuşmamda CHP’yi ele aldım. İşe kökten giriştim. Şimdiye kadar Türkiye radyosunda Cumhuriyet kuruldu kurulalı söylenmeyen şeyleri söyledim. Açık ve cesur konuştum. Bir gün sonra gazeteler bu konuşmamdan dolayı hakkımda dava açıldığını yazdılar.” Yayın yasağı bulunan bu konuşmanın TRT arşivlerinden bulunup çıkartılması, demokrasi tarihimizi araştıranlar için de önemli bir kaynağa ulaşmaya vesile olacaktır diye düşünüyorum. 1969 seçimlerinde MHP’den Ordu milletvekili adayı gösterilir, seçilemez tabi… 1977 seçimlerinde başta arkadaşı, avukatı Süleyman Arif Emre’nin ve parti ileri gelenlerinin ısrarı ile milletvekili olmak için MSP’ye girer. Fakat orada da aradığını bulamaz, istifa edip siyasete veda eder.
Serdengeçti’nin siyasetle arası pek hoş değildir. “Radyo Konuşmalarım” kitabının önsözü gibi yazdığı yazıdan bir küçük bölümü aktarayım: “Vaktaki siyasete atıldık, halkın huzuruna çıkıp meydan meydan konuşmak, nutuk çekmek de icap etti. Çaresiz bu işi de yapacaktık. Yaptık da… Fakat hâlâ korkarım, hâlâ iğrenirim… Kendi partini öveceksin, diğerlerine söveceksin. Yapmasan olmaz, tadı çıkmaz. Millet böyle istiyor… Söylediklerimiz yalan mı; yalan değil amma yaralayıcı. Tam bir İslami, insani ölçüye tâbi tutarsak hoş değil. Kırıcı. Başka türlü de olmuyor. Napalım, politika bu…”
1977’deki milletvekilliğini, dokunulmazlık zırhına bürünüp, daha rahat kalem sallayabilmek için istiyordu. Artık yaşlanıyordu, hastaydı. Karakollarda, mahkeme kapılarında, hapislerde sürünmeyi istemiyordu diyeceğim ama aklıma bir hatıram geldi ki, tarihe not düşmek lâzım. 12 Eylül 1980 darbesinden sonra hapishanelerde yaşanan acı olaylar, işkenceler ayyuka çıkmış, fakat kimsenin gıkı çıkmıyordu. Almanya’dan Vatana Hasret dergisinden fotokopi edilmiş, Ozan Arif’in ülkücülere yapılan zalim işkenceleri anlatan meşhur C-5 Sorgu şiiri elimize geçti. Rahmetliye o şiiri gösterdiğimizde öylesine heyecanlandı ki; fırtınaya tutulmuş narin söğüt dalı gibi titremeye başladı ve gürledi: “Hemen, hemen Serdengeçti’yi yeniden çıkarıyoruz. Kapağına da bu şiiri koyacağız. Sahibi, mesul müdürü, her şeyi benim. Ben bir ayağı öteki dünyada bir adamım. Ne yapacaklar bana. İsterlerse assınlar.” Abi dedik, haydi parayı bastık, illegal matbaa bulduk, bastık, bastırdık. Dağıtım yapamayız ki. Hemen toplatırlar… Velhasıl biz gençler cesaret edebilsek, Serdengeçti’nin 34. sayısı cuntaya meydan okuyan bir isyan bildirisi gibi çıkacaktı.
9. Onun “Serdengeçti” soyadını alış hikâyesine de değinir misiniz?
Serdengeçti, bildiğiniz üzere onun soyadı değil, takma adıdır. Osman Zeki Yüksel’in çıkardığı dergi asıl adını unutturmuştur başta da söylediğimiz gibi.
10. Peki, Osman Yüksel’in adıyla özdeşleşen dergisi “Serdengeçti” hakkında neler söylemek istersiniz? Bu bağlamda Serdengeçti Yayınları konusunda da birkaç kelâm eyler misiniz?
“Allah’a, Millete, Vatana Koşanların Dergisi Hakk’a Tapar, Halkı Tutar”, “Serdengeçti Allah’tan Başka Kimseden Korkmaz”, “Allah, Vatan, Millet Yolunda Serdengeçti”, “Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır -Hazreti Muhammed-“, “Allahsıza, Ahlâksıza, Vatansıza, Namussuza Ölüm!.. Serdengeçti”, “Serdengeçti Türkiye’nin en cesur ve en ateşli mücadele dergisi -Özü Bir – Sözü Bir – Yüzü Bir” serlevhalarıyla çıkan bir dergi… Risale-i Nur’dan İlhamlarla, Atsız’ın “Adsız” şiirini aynı sayıda, hatta aynı sayfada buluşturan tek dergi. Aylık çıkacağı bildirildiği hâlde, 1947’den Şubat 1962’ye kadar ancak 33 sayı çıkabilmiştir. 1950 seçimleriyle “Tek Parti” iktidarının devrildiği günlerde, Serdengeçti’ye takılırlar: “Yahu Üstat, aylık mecmua çıkaracağız diye piyasaya çıktın, şimdi en az 36 sayı çıkman gerekirken daha 15-16. sayıdasın. Bu ne hız?” Serdengeçti’nin cevabı hazırdır: “Biz, sayı hesabıyla değil, tuşla galibiz.” Milletin adamı Serdengeçti, hiç bir iktidarın, hiç bir adamın “adamı” olmadığı gibi, tuttuğu bir adam bir parti yanlış yapınca en sert şekilde tenkit eder. “Yaşa be Menderes!” diye alkışladığı Menderes devrinde tutuklanınca “Menderes’in demokrasi fabrikasında imal edilmiştir.” diyerek kollarındaki kelepçeleri göstermekten, yazmaktan çekinmez. İlan almaz, parti tutmaz bir derginin, onca engellemelere rağmen Edirne’den Kars’a, Manisa’dan Hakkâri’ye kadar ulaşabilmesi bir ülkü, iman, heyecan mucizesi olsa gerek.
Serdengeçti Yayınları ise, millî kültür kitaplığımıza çok kıymetli eserler armağan etmiştir. Osman Yüksel’in kendi kitapları; Türklüğün Perişan Hâli, Bu Millet Neden Ağlar, Bir Nesli Nasıl Mahvettiler, Mabetsiz Şehir, Müslüman Türk Çocuğunun Şiir Kitabı, Mevlânâ ve Mehmet Âkif, Gülünç Hakikatler gibi eserlerin yanında, yayınladığı kitaplardan birkaçının adını, yazarını sayarsak onun geniş ufkunu anlamak kabildir. Necip Fazıl Kısakürek: “Sonsuzluk Kervanı”, “Bir Adam Yaratmak”; Ziya Gökalp: “Türkçülüğün Esasları”, “Türkleşmek, İslamlaşmak, Muasırlaşmak”; Abdürrahim Karakoç: “Hasan’a Mektuplar”; Bekir Sıtkı Erdoğan: “Bir Yağmur Başladı”; Jean Jacques Rousseau: “İlimler ve Sanatlar Hakkında Nutuk”; Pascal: “Düşünceler”; Mehmet Emin Yurdakul: “Ey Türk Uyan”; Eflatun: “Sokrat’ın Müdafaası”… listeyi uzatmanın gereği yok… “Gerici, yobaz, faşist” Serdengeçti, sadece Şark’ı değil, Garp âlemindeki kıymetleri de tanıyan, takdir eden, okuyan, okutan geniş ufuklu bir münevverdir.
11. Merhum Osman Yüksel Serdengeçti’nin gençliğe çok önem verdiğini biliyoruz. Onun nasıl bir gençlik istediği konusunda neler söyleyebilirsiniz?
Top ve pop peşinde değil, mukaddes davaların peşinden koşan, deli denizler gibi coşan, taşan bir gençlik… Bütün ist’lerden ve pistlerden uzak, ilim ve ahlâk yolunda bir gençlik… Tam kendi ifadesiyle: “Bir âlem özlüyorum ki: Orada gençler, orada delikanlılar, deli denizler gibi, dalgalanıp coşanlar, mukaddes bir davanın peşinden koşanlar olsunlar. Âlemlerin Rab’bına inansınlar. Küçük dalgaları, dalga geçmeyi, kaldırım sevdasını bıraksınlar. İman denizlerinin büyük dalgalarında, sonsuzlukta kaybolsunlar; varolsunlar. Büyük dâvalarla dâvalansın, ulvî sevdalarla sevdalansınlar. Orada gençler, orada gençlik imandan kaleler gibi, canlı hisarlar gibi, dimdik, dipdiri dursunlar. Bu kaleyi, bu hisarı hiçbir kuvvet aşamasın. Onların temiz kalplerinde Allah-Millet-Vatan sevgisinden başka sevgi yaşamasın…” İşte böylebir gençlik istemiştir.
12. Osman Yüksel Serdengeçti’nin hakkında yazılan kitaplardan, şiirlerden ve makalelerden söz eder misiniz? Onu, gençlere daha iyi tanıtmak için sizce neler yapmalıyız?
Serdengeçti için söylenmiş, dikkatimi çeken üç şiiri; Ali Akbaş, Mustafa Kütükçü ve Saadettin Kaplan yazmışlar. Muhakkak benim bilmediklerim de vardır. Serdengeçti, sağlığında Rasih Yılmaz’ın kendisi için yazdığı Toros Yüzlü Adam kitabından pek hoşlanmamıştı. Belki de o günlerde gazete haberleriyle korku salan “Toros Canavarı”nı andırıyor diye adından dolayı. Hemşerisi Abdürrahim Balcıoğlu’nun “Osman Yüksel Serdengeçti”si, samimi bir kitap. Rahim Er’in de bir Serdengeçti kitabı varmış ama, maalesef görmedim, okumadım. Usta şair ve şiir gibi konuşan Yavuz Bülent Bakiler büyüğümüzün “Serdengeçti Geldi Geçti”si, sanırım hakkında çıkan en son kitap. Fakat özellikle üstüne basa basa ve büyük harflerle yazmanızı istirham ederek söylüyorum ki; Serdengeçti hakkında en derli toplu ve çok ciddi bir monografik çalışmayı Prof. Dr. Cemal Kurnaz hocamız hazırladı: “DELİ RÜZGÂR OSMAN YÜKSEL SERDENGEÇTİ…” Cemal Hoca, ayrıca “SERDENGEÇTİ ŞİİRLERİ” ve “SERDENGEÇTİ ŞAİRLERİ”ni birer kitapta topladı. Rahmetlinin sağlığında çok isteyip çıkaramadığı “KARA KİTAP” da Cemal Hoca’nın titiz gayretleriyle yarım asır sonra okuyucuyla buluştu.
Yeni nesiller artık onu tanımıyor ve hatta Serdengeçti davasının takipçileri iddiasındaki gruplar, siyasi yapılar da yavaş yavaş Serdengeçti’yi unutmak, unutturmak ister gibi bir görüntü sergiliyorlar sanki. Torosların başı dik, münferit, geçimsiz yiğidi daha sağlığında bir kenara atılmış, itilmiş gibiydi. Hâlbuki milletler ve ülküler, kendileri uğruna fedayı can etmekten çekinmeyen kahramanların hatıralarıyla yaşarlar. Gerçi yerleşik düzenin etkin güçlerinin sahiplendiği muhalifler; sisteme entegre edilmiş isimler arasına girince asli kimlikleri eriyip gidiyor gibi geliyor bana. Kapitalizmin mabetleri tarafından nefis baskılı kitapları yayınlanan Nazım Hikmet, kültürel tüketim çerezine bir çeşni katkısı oluyor. “Öz yurdunda garip, öz vatanında parya” olan mazlumların, direnen Müslüman Türk ruhunun sembol ismi Serdengeçti’ye ne devletimiz ne de STK’larımız yeterince sahip çıkmadılar veya çıkamadılar. Bir okula ve Antalya’da bir meydana adının verildiğini duyduğumuzda ne kadar sevinmiştik. Serdengeçti’nin kitapları yeniden basılsa, dağıtılsa, adına yarışmalar, bilgi şölenleri tertip edilse, her yıl anma toplantıları düzenlense, Akseki’deki evinin müze hâline getirilmesi işlemleri tamamlansa, velhasıl Serdengeçti de Necip Fazıl gibi resmî himaye şemsiyesi altına alınsa ne olurdu acaba diyorum?.. Kıyamet kopar mıydı, kopmaz mıydı bilmiyorum ama acaba hayvanat bahçesine kapatılıp seyirlik zavallı mahlûka döndürülen ormanlar kralı aslanın durumuna mı düşerdi diye aklıma takılmıyor değil hani…
Ruhu şad, mekânı Cennet, yolu da yolumuz olsun…
Hasan TÜLKAY

Hakkında admin

Cevapla

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Required fields are marked *

*