Çocuğun cenazesi evden çıkarılırken validesi Behiye Hanım: “Ah yavrum Cemalim… Anam babanı bırakıp nerelere gidiyorsun?…” feryat ve figaniyle avazı çıkabildiği kadar bağırdı bağırdı. Iztirabının aksi duvarlara tesir eden bu canhıraş feryatlar ana kalbinde çıra gibi yandı tutuştu. Fakat o ebedi firkat yarasına devasaz olamadı… Şuursuzca bir şiddetle etrafına saldırarak birkaç cam kırdı. Haykırmaktan sesi kısıldı, nihayet yere düştü bayıldı.
Behiye’yi o elim hal içinde gören validesi Şekûre Hanım artık torununun yeis i mematını biraz unutur gibi olarak hemen kızının yanına koştu. Gelen bir iki komşunun, aşçı kadının muavenetiyle Behiye’ye limon koklattı. Ağzına çiçek suyu döktü. Göğsünü çözdü… kollarını oğuşturdu.
Bedbaht ana azıcık gözlerini açtı. Etrafına toplananlara göğsünü gösteriyor, evet İşte orada, eliyle işaret ettiği yerde sönmesi nakabil bir ateş feveran ettiğini anlatmak istiyor. Şallar içinde bayramlık kırmızı fesi başında şimdi kapıdan çıkarılan, omuzların üzerinde kuş gibi uçurulan o küçük tabutun arkası sıra koşmak onunla beraber toprağa gömülmek arzusunu kısık sesiyle anlatmaya uğraşıyordu.
O nevhaları arasında diyordu ki:
— Vah Cemalim!.. Ah yavrum!.. Bu sene büyük tövbenin on sekizine kadar yasaya idi, beşini bitirip altısına basacaktı…
HÜSEYİN RAHMİ GÜRPINAR
Ne oldu bilmem ki? Kimlerin nazarı değdi? İlahi gözleri çıksın.. Yavrucuğum bir haftalığına uğradı.. Bir ateş, bir nöbet, hekim İlaç… hoca… nefes deyinceye kadar a dostlar, uçtu elimizden gitti. Ah cennet kuşu yavrum… Allah bana ayan etti. Benim içime apaşikâre doğdu. Amma ben dedim. Mektebe başlandığı günü başına elmasları taktım. Göğsüne şalı bağladım. Ne yaraştı! Ne güzellendi.
Hanım… o ahu gibi gözler, kıvır kıvır kirpikler… penbe penbe ebru ebru yanaklar, o günü yavrumu öpüp koklamaya doyamadım… (iki tarafına sallanarak) işte o zaman dedim. Bu oğlan bu güzelliği ile, bu aklıyla yaşamaz, dedim. Yavrumu o süsü ile, o şanıyla “Âmin” günü “payton”un içinde görenler hep maşallah! dediler.. Şu yukarı ki odada hocanın önüne diz çöktüğü vakit “Rabbiyessir”i ezberden su gibi bir yanlışsız okudu idi…
Komşulardan biri:
— Sus kardeş… o çocuk değildi. Artık bir şeydi. Büyüye idi akılda Eflâtunu geçecekti. İşte öyle akıllılar yaşamaz ki… Hani bir gün elmasım, aklına geliyor mu? Basma değiştirmek için çarşıya gitti idik. O yavrucuğumuz da beraberdi. Biz bir türlü dükkânı bulamadıydık, canına bin rahmet… Rahmet de ne ya, o zaten cennet kuşu; makamına gitti bile. Cemalim basmacı Rumu görüne bizden evvel “İşte anne bu!” demedi
Diğer bir kadın —Akıllıydı… akıllıydı a… yok hanım çok akıllıydı… Aklımdan hiç çıkmaz. Ben bir gün evin kapısı önünde küfeciden çalı fasulyası alıyordum. Herife çeyrek bozdurdum. Nasıl oldu bilmem, hesabı karıştırdık. Galiba ben heriften yetmiş para istiyordum, O bana doksan para veriyordu: “Ayol hile etme, benim senden alacağım yetmiş para, bana niçin doksan para veriyorsun?” diye haykırdım. Fasulyacı da: “A hanım, hiç aklın yok mu? Yetmiş para ile doksan paranın hangisi ziyade?” dedi. Benim de zihnim karıştı, doğrusunu birdenbire bulup çıkaramadım. O aralık kapının önünden yavrum… Ah Cemalim (altı yedi kadın hep bir ağız…