Evet, öyledir de, şimdi durup dururken bu da nereden çıktı demeyiniz lütfen. Şiir okuma konusuna niçin takıldığımı, izninizle, izah edeyim. Bazı şairlerin kendi seslerinden kayda alınmış şiirlerinin CD’leri yayımlandı: Nazım Hikmet’in, Orhan Veli’nin, Oktay Rifat’ın, Behçet Necatigil’in, Attila İlhan’ın ve başkalarının! Dolayısıyla, bu CD’leri dinlerken şiirin nasıl okunması gerektiği üzerinde durulması gerektiğini düşündüm.
Yahya Kemal Beyatlı, ‘Edebiyata Dair’in ilk makalesi olan ‘Şiir Okumaya Dair’ başlıklı yazısında ‘[h]alis bir şiir fena okunabilir, lakin sahte bir şiir iyi okunamaz’ der. Yahya Kemal’e göre, iyi bir şiiri kötü okumak mümkün, ama kötü bir şiiri (o,’sahte şiir’ diyor!) iyi okumak mümkün değildir.
Ben meseleye Yahya Kemal gibi bakmıyorum: Bana göre şiir okumada şiirin ‘iyi’ ya da ‘kötü’ olması belirleyici değildir. İyi bir şiiri kötü okumak mümkünse, kötü bir şiiri de iyi okumak mümkündür. Bence şiir okumada ölçü’nün, şiirin ‘iyi’ ya da ‘kötü’ olması değil, [iyi ya da kötü] o şiirin ‘doğru’ ve ‘güzel’ okunmasıdır: ‘Doğru’ okumak başka, ‘güzel’ okumak başkadır! Mesela, Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın Atatürk için yazdığı ‘daha diyordu’, ‘sabaha diyordu’, ‘aha diyordu’ kafiyeli şiiri, bir Mehmetçiğin ağzından yazılmışken, onu İstanbul ağzıyla okuyamazsınız;- İstanbul ağzıyla Atatürk’e ‘aha!’ dedirtemezsiniz! O şiiri, İç Anadolu köylüsü ağzıyla okumak gerekir. Külebi’nin bazı şiirleri gibi! ‘Doğru okuma’ budur!
‘Güzel’ okumaya gelince, telaffuz çok önemlidir. Nazım Hikmet, şiirlerini okurken telaffuz hataları yapar; -sözcüklerde ikinci heceyi vurguladığına [‘akıyordu’ sözcüğünü,- mesela] tanık olursunuz. Salâh Birsel ve Cemal Süreya da vurguda telaffuz hataları yaparlar: Telaffuz kadar önemli olan dizelerin enjambement imkânlarının, bir dizenin ondan sonraki dizeye ulanmasının, gözardı edilmemesidir. Eh, doğallıkla bir de sesin mikrofonik olması gerekir.
Seslerinden şiirlerini dinlediğim şairlerin hiçbirini beğenmediğimi söylemeliyim. Özdemir Asaf, ‘r’ harflerini söyleyemezdi; Attila İlhan’ın okumasını ağlak ve melodramatik bulurum. Orhan Veli’nin ses kaydı fena değildir;- Oktay Rifat’ınki de öyle! Necatigil’in okuyuşu ise, nevi şahsına münhasır bir okumadır. [Yanlış anlaşılmamak için hemen belirtmeliyim: Bilebildiğim kadarıyla Salah Birsel’in, Özdemir Asaf’ın ve Cemal Süreya’nın kendi seslerinden CD’leri yayımlanmış değildir. Onların okumalarını, 1950’li yıllarda çok yaygın olan ‘Edebiyat Matineleri’nde bizzat dinlemiş biri olarak hatırlıyorum].
Kendi sesinden hiçbir şiirini dinlemek istemediğim tek şair var: Fazıl Hüsnü Dağlarca! Ötekilere bir ölçüde tahammül edilebiliyor ne de olsa! Şiirlerini Rumeli ağzıyla okuyan Yahya Kemal’e bile! [Güzelim ‘Erenköyü’nde Bahar’ şiirini, ‘hoş’ sözcüğünü ‘hojjjj’ diye telaffuz ederek berbad etmiştir!]
Ya eskiler nasıl şiir okurlarmış? Bu konuda elimizde sadece Ahmet Rasim’in ‘Muharrir Şair, Edib’deki tanıklığı var. Ahmet Rasim, Muallim Naci’nin çevresindeki şairlerin şiir okuma tarzlarına dair bilgiler veriyor. Ona göre, ‘Hoca Hayret, burnundan söyler gibi, merhum Şeyh Vasfi de mazlum mazlum okur[muş]’! [Muallim] Naci tok bir eda ile ekseriya bıyıklarını bura bura terennüm eder’, ‘Müstecabizade’ninkine şiir okuma değil, ağlama demek daha doğru olur’muş! ‘Andelib, kahkahalarla veya kaşlar çatık, gözler dönük pürüzlü, çatlağa yakın bir sesle başlar, canı isterse aralıkta ağlar’mış!
Tiyatro oyuncularına kesinlikle güvenmiyorum. Bazıları şiir okumuyorlar, deyiş yerindeyse şiiri ‘o y n u y o r l a r’! Bu benim en tahammül edemediğim şeydir!
h.yavuz