Amasya, Anadolu sufiliğinin merkezi olmuş bir şehirdir. Bir çok Osmanlı ulema ve udebası bu şehirden neşet etmiştir. Bu irfanın şahsi takibini yapmakta bizim görevimizdir.Sümbül Sinan, konuşacağımız Halvetiyye yolunun yolcusu bir alimdir. Asıl adı Yusuf olan zat, 1475-1480 Merzifon’da doğmuş, Isparta-Borlu’ya göçmüş, sonrasında İstanbul’a yerleşmiş bir velidir. Sünbüliyye tarikatının kurucusudur.(Sünbüliyye, Halvetî geleneğinden türemiş bir tarikattır.) Zamanla Sümbül Sinân diye şöhret bulan ve zamanının büyüklerinden olan Sinan’ın lakaplarının dökümü şöyledir: Sümbül Efendi, Sünbül Efendi, Şeyh Sümbül, Sümbül Sinan, Sünbül Sinan. Sümbül, bir çiçek olan sünbülü ifade eder. İsmiyle müsemma olan şahsiyeti tanımak ve yeni kuşak Amasya’lılara anlatmak için devam edelim.
Sümbül Sinân hazretlerinin, Sümbülî tarîkatının usûl ve erkânı hakkında yazdığı Risâlet-ül-Etvâr adlı eserinden başka, Risâle-i Tahkîkiyye adlı bir eseri daha vardır. Çevresini geliştirmek için irşada devam eden üstat, cami ve müştemilatını kendine mekan seçer.Merkez Efendi’nin onun talebesi olduğunu düşünürseniz, sahici bir Hocayla karşılaştığınızı anlarsınız.Yavuz’un hürmettiği bir alim olan Sümbül Efendi, İstanbul Kocamustafapaşa’da medfundur.Mezarı bir ziyaretgahtır.Şeyhulislamlar ve bürokratlar görüşüne başvurdukları Sümbül Efendiye saygı ve hürmette kusur etmezlerdi.Bütün okumalarımdan çıkradığım, Sümbül Efendi’nin tam bir Allah dostu olduğudur.Onunla ilgili anlatılan bir hikayeyle yazımızı sürdürelim.
Çelebi Halife namında bir şeyhin müridlerinden biriyle okuldan arkadaşmış. Bir gün yolda Çelebi ile karşılaşmışlar. Sümbül Sinan yanındakinin kulağına; “Al sana pilavcı bir sufi daha!” demiş. Arkadaşı “İnsan uzaktan anlaşılmaz. Gel bir sohbeti dinle, sonra karar ver” şeklinde itiraz edince peki demiş, muhabbete katılmış. O gece uzun sürmüş! Cazibeden evine gidememiş, orada uyumuş. Sabah da Çelebi’nin yoluna dahil olmuş.Bir gün hoca talebelerinden tekkeye çiçek getirmelerini istemiş. Herkes birbirinden güzel demetlerle hocalarının huzuruna çıkmışlar.İçlerinden bir tek Sümbül Sinan, solmuş kuru bir sümbülle gelmiş! Çelebi sormuş:”Hangi çiçeğe elimi attımsa Allah’ı zikrediyordu. Koparıp da zikri kesemedim. Baktım biri kendiliğinden kopmuş, onu getirdim” deyince… Üstadı Sinan’a, Sümbül lakabını hediye etmiş.Onun Sümbül adını alması, bu ilginç anektoda dayanır!Hakiki çiçek olan bir şahsiyetle karşı karşıyayız. Nebata bu kadar saygı duyan bir şahsiyetin, iyi bir insan yetiştirmesi zor mudur? Hayır.
Üç yıl kadar süren nefis terbiyesinden sonra şeyhinin arzusuyla irşat için Mısır’a gitmiş.Yine Çelebi’nin vasiyetiyle İstanbul’a dönen Sümbül Sinan, Kocamustafapaşa Tekkesinde şeyh olarak göreve başlar. 33 yıl bu tekkede taliplere nasihat eder…Sümbül Efendi Hazretleri bir taraftan öğrenci yetiştirirken diğer taraftan da Fatih ve Ayasofya Camilerinde Kur’an-ı Kerim tefsir ediyormuş. Yavuz Sultan Selim Camii inşa edildikten sonra, burada ilk vaaz verme şerefine nail olduğuna bakılırsa iyi bir hatip. Tefsir, hadis sahasında geniş bir bilgiye sahip. Arapçayı çok iyi bildiği devran ve sema zikrini savunmak için yazdığı risalelerinde başvurduğu kaynaklardan anlaşılmakta.
Amasyalı alimimizle ilgili anlatılan bir rivayet, onun ne denli münzevî bir yaşam sürdüğünü de çok iyi anlatır.Bugünkü şaşalı hocaefendi yaşamlarına ibret olsun!Sümbül Sinan Efendi; eşyasız, küçücük bir odada yaşarmış. Aynı odadan öte aleme sır olmuş, geçmiştir. Çağdaşı alim Şeyhülislam Ebussuud Efendi derseniz, kuvvetli bir zahir âlimi. Hırslı, celalli bir adam. Üç padişah eskitmiş bir bürokrat!Tasavvuf ehlilerin hâl ve davranışlarını eleştirir ve hallerinin şeriatla bağdaşmayacağını söylermiş…Ebussuud Efendi Sümbül Sinan’ı her gördüğünde taciz eder, incitirmiş. Hatta bir defasında Sümbül Efendiye:”Senin cenaze namazını papaza kıldırtacağım!” demiş.Sümbül Efendi ise sadece “âmin, inşallah” diyerek yanıt vermiş. Aradan epey bir zaman geçtikten sonra dervişlerini toplayıp şöyle vasiyet etmiş:”Beni Fatih camiine götüreceksiniz. Musalla taşından kaldırılıncaya kadar sarık ve cübbemi tabutumun üzerine koymayacak ve hiç kimseye haber vermeyeceksiniz ” demiş. Aynı gün avluda Osmanlı hanedanından bir sultanın cenazesi de bulunmaktaymış.Ebussuud Efendi önce “gariban” cenazenin namazını kıldırmış, sonra da Sultan hanımınkini. Dervişler, namazdan sonra mübareğin sarık ve cübbesini tabutun üzerine koyuvermişler!Şeyhülislam Ebussuud Efendi bir bakmış ki mevtanın üstünde Sümbül Sinan dergahına has sarık ve cübbe!Olayı idrak edince tabutun üzerine kapanarak ağladığı rivayet edilir.
Allah dostlarının örselendiği, kimilerinin de yoldan çıktığı bir ortamda Sümbül Efendi’yi yazmak ve anlamak iyi oldu, derim.Tüm cemaat, usül, erkan, tarikat ve yolları sapmayla suçlamadan İslama ve onun gür sadasına kulak verelim derim.Bir gazete okumasında rastladığım Sümbül Efendi, İğneci Baba, Kurtboğan, Pir İlyas gibi veli şahsiyetler yolumuzu aydınlatmaya devam ediyor,edecekler.Yeter ki biz hemhal olmayı, onların sülukuna saygı duymayı bilelim.Şunu da bilelim,vatanın üstü kadar, altında yatanlar da önemlidir.Bu şahsiyetler bizim manevi vatan işaretlerimizdir.
isa çolaker