Son Haberler
Anasayfa / atölye / HİMMET ÇOCUK HİKAYE İNCELEMESİ

HİMMET ÇOCUK HİKAYE İNCELEMESİ

Pocket
Bookmark this on Google Bookmarks

HİMMET ÇOCUK

 

Elvanlar’da ihtiyar bir kılavuz aldık. Köy kısmen yanmış  perişan  herkes fersiz ve şaşkın gözlerle kamyon denilen canavarın bîlüzum gürültüsüne bakıyordu. Herkesin ruhunda sonu gelmeyen meşakkatin  açlığın  her günün gizli felâket ihtimallerinin yuğurdusu yeis ve lâkaydî vardı. Onun için kimse Uşak’a kadar gelmek istemiyordu  Parayı ne yapacaklardı? Ne alırdı ki? Yalnız zayıf yüzlü bir ihtiyar halsiz bir sesle:

-Ben İney’e kadar yolu biliyorum. Fakat beni Uşak’a götürürseniz ve bana orada bir okka tuz verirseniz gelirim  dedi. Akşam karanlığı basarken kamyon mırıldanarak  homurdanarak Anadolu’nun ıssız  yolsuz beyabanına daldı.

Kamyonda İstanbul gazetecileri vardı. Yunan ordusunun emsalsiz mezaliminin külleri ve facia sahnesi üstünde tetkikat yapacaklar  ben cephenin Yunan mezalimi raporunu hazırlarken onlar da ajansla Türkün felâketini dünyaya bildireceklerdi. Anadolu’da hâkim  insan değil tabiattır. Kuytu ormanlar  batak ovalar  sam keskin yokuşlar  sonra karanlık kımıldıyormuş gibi insanı keserek  dondurarak esen acı rüzgârın ortasından bin bir zahmetle bilmem kaç saat geçti.

İney  bir derenin yamacından kurşunî bir yangın harabesine inkılâp eden bir köydü. Kamyon hırlayarak  çırpınarak köyün yoluna girerken dünyada hilkat-i Âdem başlamış gibi etraf insan sesinden hayatından âriydi. Yalnız bir sürü çakal acı acı  karanlık esiyormuş gibi dereyi yalayıp geçen rüzgârla hem-âhenk uluyordu. İçimden:

-Eyvah  köyden hepsi gitmiş  nasıl tahkikat yapacağız? diyordum.

Biraz sonra sağda bir kaya kovuğunda kızıl bir alevin önünde ısınan iki hâkî gölgenin kımıldadığını gördüm. Karanlık dereye  kurşunî yangın harabesi olan yamaca vuran yegâne ışık bu ateş ve kamyonun yürüyen iki göze benzeyen fenerleriydi. Köprünün önünde şoför kocaman  âtıl makineyi durdurmaya çalışırken önünde birkaç karaltı kımıldadı. Son ışığın beyazlattığı taşlı yolda siyah cübbeli  beyaz sarıklı  siyah sakallı bir adam arkasındaki henüz ışığın sahasına giremeyen karaltı halindeki arkadaşlarından ayrıldı. Hiç unutamayacağım vâzıh bir sesle:

-Halide onbaşı  sizi biz İney istasyonunda bekliyorduk  dedi.

– Geleceğimizi nerden biliyordunuz?

-İstasyonda biliyorlar. Tahkik heyeti gelecek  dediler.

-Bu sesten gazeteci arkadaşlar hemen harekete geldiler  kalem kâğıt çıkardılar  kamyondan fırladılar  karaltılardan tahkika başladılar. Kaç ev yandı? Kaç kişi öldü?.. Siyah sakallı adam yanıma geldi. Fenerlerin verebildiği ışıkla notlanma yiyecek gibi baktı.

-Kaç ev mi? Bütün köy yandı. Kaç adam mı öldü? Sayısını Allah bilir. Eşkıya gelir öldürür  düşman gelir öldürür  yakar soyar. Görüyorsunuz ya ne ev  ne yiyecek  ne giyecek var. Sen onları şimdi bırak  İsmet Paşa’ya başka şey söyle!

-Benim işim bunları yazmak.

-Biraz daha hırçın ve sesi titrek:

-Senin işin bizim halimizi söylemek… Kaç ev yandı  kaç kişi öldü  karnımızı doyurur  başımızı örtecek dam yapar mı? İsmet Paşa’ya söyle…

-Sesinde hayat için mücadele edenlerin âmiriyeti vardı; muti  sordum.

– Ne söyleyeyim?

– Ev isteriz  rüzgâr bıçak gibi kesiyor  çocukların başını sokacak kovuk bile yok. Uşak’ta birçok kereste ve Yunan esiri varmış  bunlardan bize verilmesini emretsin. Hemen kendimize dam yapalım.

-Ekmek isteriz  askeri ambarlarda buğday var  bir saat ötede… Emretsin  bize versinler  çiğ olsun çocuklarımıza yedirelim. (Sesi acıyla  merhametle yırtılarak devam etti) Büyükler söz anlıyor  sesi çıkmıyor ama çocuklar söz anlamıyor  açlıktan hep ağlıyorlar  sabaha kadar ağlıyorlar  bunu Paşa’ya söyle..

Çakal ulumasıyla  rüzgarın iniltisi arkasından öyle zannettim ki aç çocuklar ağlıyor  göğsü sütsüz  boş  sırtı çıplak analar yumruklarını sallayarak dünyaya  talihe  hayata haykırıyorlar.

– Yazdım  dedim. Şimdi bize Uşak’a kadar bir kılavuz verin.

Herkes birbiriyle konuştu; biraz meşveret etti  sonra:

– Şu çocuk sizi şosaya çıkarsın  dediler.

Kocaman kurt derisi gocuk  kalın çizmeler  yün başlık artık ısıtmıyor  yakıyordu.

Bütün gün yemek yememiştik. Yanımızda ihtiyaten alınmış yarım çuval peksimet vardı ki o da daha ziyade yanımdaki şoförle kamyondaki iki muhafız askere aitti. Fakat ne onlar  ne arkadaşlar  biraz evvel açlıktan şikayet ettikleri halde  yemek arzusundan bir günahmış gibi bahsetmiyorlardı. Yalnız makineyi düzeltmekle meşgul görünen nefer şoförün bir şey söylemeden içini yakan bir arzusu kalbime geçti  yavaşça:

– Peksimedi köylülere verelim mi? dedim.

Bu söz yanmak için bekleyen kuru çıra ile temas eden bir kıvılcım gibi oldu. Nasıl oldu bilmiyorum  üç nefer peksimet çuvalını yakalamış  titremiş gölgelere zorla dağıtıyorlardı. Vakur ve mütehammil bir ses:

– Uşak’ta belki ekmek bulamazsınız. Yanınızda kalsın  diyordu.

Yine kamyon hırıldadı  homurdandı  çatırdadı ve karanlığa  rüzgâra daldı. Yer olmadığı için kılavuz Himmet kamyonun basamağında  yanımda ayakta duruyordu. Kamyona tutunan küçük çocuk elinin zaafını zavallılığını görmekle beraber İney’deki küçüklerin açlık feryadıyla içim dolu gibiydi. Acı acı düşünüyorum. Bu kaç senedir gezdiğim sahada kül olan  sükkânı aç ve ölmeğe mahkûm olan kaçıncı köydü.

Anadolu hilkat günlerinin ilk devrelerindeki yoksulluk  harabî ve vasıtasızlık içinde idi. Yeni Türkiye’yi inşa edecek millete yine Hazret-i Adem’den sonraki devlere benzeyen kudret ve mesai kabiliyeti lâzımdı. Evsiz  ekmezsiz  meyus bir halk.. Dünya onların zafer destanını terennüm ederken onlar ölümün gözlerinin içine bakıyorlardı. Memleketi kim yapacak? Nasıl yapacağız? Yanımda tiz fakat sakin bir çocuk sesi:

– Burası Kuzgunderesi. teyze!

Başımı çevirdim. Küçük  zayıf bir yüzü vardı. Çenesine doğru uzanan ensiz yanağının derileri büzülmüş  çene iskeleti olduğu gibi seçiliyordu. Bu açlık ve yeis içinde başım öyle derurıi bir sevimliliği  insanı hayata davet eden bir kud*reti vardı ki sordum:

– Himmet  niçin peksimedini yemiyorsun?

– Sonra yerim teyze!

– Hele bir ye de sonra konuşalım.

Yavaş yavaş koynundan küçük lokmalara ayırarak çıkardığı peksimedi yemesini bekledim. Çenesinin bütün iskeleti  peksimedi çiğnedikçe daha büyük vuzuhla meydana çıkıyordu  Birdenbire gocuğumun içine küçük başını almak  bilmem neden vaktiyle kendi çocuğumu uyuturken söylediğim ninniyi söylemek istedim. Fakat bu arzum çok sürmedi. Küçük kum yüzde merhameti  zaafı meneden bir olgunluk sezdim. Sakin ve arkadaş olmasına çalıştığım bir sesle konuşmağa başladım.

Büyük bir gururla on üç yaşında olduğunu söyledi. Yedi yaşında anasız  babasız  ihtiyar bir nine  genç bir kız kardeş  bir çift öküzle kalmıştı. öküzlerle kocasız iki kadının tarlalarını senelerce sürmüş  ortakçılık etmiş  ninesini  kardeşini beslemiş  hatta kız kardeşini ere vermişti. Fakat bir gün o havaliye bir hayvan hastalığı gelmiş  iki öküzü birden ölmüştü hikâyenin burası kalbimi burdu. Sordum:

-Ne yaptın?

Sükûnla omuzlarını silkti. Hiç  ne yapacaktı. Öküzsüz çalışmış  gündeliğe gitmiş  dul kadınların tarlalarını sürmüş  üç sene çalışmış ve nihayet iki şişman kocaman dombay almıştı.

Hikâyenin burası yine kalbimi heyecana verdi. Kimsesiz  sekiz dokuz yaşında  kuru Anadolu’da mesaisi ile iki manda alan çocuk  bu benim anladığım bildiğim kahramanlığın en yüksek derecesi gibi bir şey. Avusturalya’yı kuru topraktan mamure hâline sokan  vahşi Amerika’yı mesaisi ile yenip medeniyet merkezi yapan ruhlar bu nevi ruhlardır.

-Dombaylar duruyor mu?

Bu defa gözlerimi yaşanan bir ifade ile ince omuzlarını silkti. Kamyon karanlık bir vadiden geçiyordu. Anadolu’da vadiler  yarlar  uçurumlar insanın muhayyilesini ve arkasını soğuk soğuk ürpertir. Hicretlerin  kavgaların  cinayet ve soygunculukların sahnesi oralardır.

Üç ay evvel bu meş’um derede Yunanlılar Himmet Çocuk’u yakalamışlar. kesmeğe yatırmışlar  iki nefer arasında münakaşalar olmuş  biri arabasını  mandalarını alıp bırakmak  öteki öldürmek istiyormuş  nihayet salıvermek isteyen demiş ki:

-Arabasında yumurta varsa bırakalım  yoksa keselim.

Himmet Çocuk’un sakin sesi titreyerek:

-Ninem yolda yesin diye iki yumurta haşladıydı  teyze… dedi.

Derenin sağ tarafındaki uçurum üstünde karanlık rüzgâr tuhaf tuhaf uluyor. Çocuk susmuş  kamyona yapışmış gidiyordu. Tabii bir sesle:

-Seni Uşak’a kadar götürelim  Himmet  dedim. Sen dönmekten korkmazsın  bilirim  fakat biz yolda bir yanlışlık yaparız  şoför bilmiyor.

-Olur  teyze.

Nefer şoförün yarım aydınlıkta kayadan oyulmuş gibi sabit erkek yüzü garip bir tebessümle harekete geldi.

Uşak’a girerken düşündüm. Anadolu’da geçen senderimle yüz haneden otuz haneye eriyerek dağılan  ölen erkeksiz ve kimsesiz köylerde Himmet Çocuk’un eşlerine tesadüf ediyor  onlara memleketin hayat tarihinde birer ışık ve nişane diye bakıyordum. Hayat diye  insanlık diye Anadolu’da ne kalmış ise gayur kadınlarıyla bu küçük gündelik kahramanların fevkalbeşer mesaisinden kalmıştı. Bunlardan bir tanesi kafamda ve kalbimde içimi kanatan bir çivi gibi saplanmış kalmıştır.

 

Antalya’dan Burdur’a gelirken  nihayetsiz kar bürümüş  bozuk  taşlı  bir yanı uçurum  bir yanında daima eşkiya gizlenen yokuşlardan birini tırmanıyorduk. Buralarda arabalar durur  arabacılar bir araya gelir  her arabaya üç dört çift hayvan takarlar  arabacılar arabanın arkasına omuz verir. Bin türlü acayip sesler çıkararak teker teker her arabayı yokuşun başına çekerler. Ve çok zaman da bu kablettarihî vesaitle  terleyerek inleyerek günlerce didişip Çine ovasına kadar getirdikleri mallarını eşkiya çeteleri alır götürür  elleri boş geldikleri yere dönerler. Böylece bir hengâme ortasında  kalınlı inceli hayvanları teşvik için birbirine karışan obalar arasında billur gibi bir ses:

-Ah kadın anam! ah gel de bir kez halımı gör!. dedi.

Kalbime ip takılmış gibi  ses gelen yere sürüklendim  on on iki yaşlarında  gocuğundan sular damlayan  el kadar güzel yüzlü  mavi gözlerini örten siyah kirpiklerinde yaş toplanmış bir çocuk arabacı gördüm. Bu da Himmet Çocuk gibi ihtiyar bir halaya bakmak için bir fevkalbeşer hayat mücadelesinde pişen bir çocuktu. Istırabının mercii olsa toprak olan bir kadın kalbi oluyordu.

Hâlâ Türkiye’yi bu küçük Himmet çocuklar yürütüyor. Belki hâlâ acıları bir çocuğun değil bir devin kalbi gibi sağlam olan yüreklerinden taşarsa:

-Ah kadın anam ah! gel de bir kez halımı gör! diyorlar.

 

 

 

ŞEKİL :

Hikâyenin adı :Himmet Çocuk

Yazarı: Halide Edib Adıvar

 

Yazarın Hayatı

Halide Edib ilmi ve fikri eserleriyle tanınan büyük bir mütefekkirimiz ve ilk Türk kadın profesörümüzdür. Eserlerinde daima Türk ruhunu işlemeye çalışmış ve en acılı günlerimizde milli hareketin başında görülerek Türk kadınının öncüsü olmuştur.Çağdaş Türk romanında harp realitesini en iyi gösteren muharrirdir.

Yurdun kara günlerinde meydan mitinglerinde coşkun hitabetleriyle milleti heyecanlandıran ve İstiklal savaşı boyunca cephelerde dolaşırdı.

1884 yılında İstanbul’da doğdu. İngiliz terbiyesiyle yetişmesini isteyen babası onu Üsküdar Amerikan Kız Koleji’nde okuttu. Orada Rıza Tevfik’den (Bölükbaşı) Fransız edebiyatı dersleri aldı ve Doğu’nun mistik edebiyatını dinledi.Sonradan evlendiği Salih Zeki’den de matematik dersleri alıyordu. Koleji 1901′de bitirdi. 1908 yılında gazetelerde kadın haklarıyla ilgili yazılar yazmaya başladı. 1909′dan sonra eğitim alanında görev alarak öğretmenlik,müfettişlik yaptı.

Balkan Savaşı yıllarında hastanelerde çalıştı. Gerek bu çalışmaları, gerekse müfettişliği sırasında İstanbul semtlerini dolaşması, ona çeşitli kesimlerden insanları tanıma fırsatını verdi. 1919′da Sultanahmet Meydanı’nda, İzmir’in işgalini protesto mitinginde yaptığı etkili konuşma ünlüdür. 1920′de Anadolu’ya kaçarak Kurtuluş Savaşı’na katıldı. Kendisine önce onbaşı, sonra da üstçavuş rütbesi verildi. Savaşı izleyen yıllarda Cumhuriyet Halk Fırkası ve Atatürk ile siyasi görüş ayrılığına düştü. 1917′de evlenmiş olduğu ikinci kocası Adnan Adıvar ile birlikte yurtdışına çıktı.

Kara günlerimizde bir nefer gibi cephelerde dolaşan yurdun mutlu günlerinde Dünya milletlerine Türk’ün asaletini ve Türk kadınlığını tanıtan Halide Edib 82 yıllık ömrünü çetin mücadelelerle geçirerek ölümsüz eserler vermiştir.

İlk eseri 23 Aralık 1897 de yayınlanan Mader adlı çevirisidir.Bazı araştırmalarını Ruh-u Mütehaccir adlı kitabında yayınlamıştır.

ESERLERİ:
Heyula, Raik’in Annesi, Seviye Talip, Handan, Yeni Turan, Son Eseri, Mev’ud Hüküm, Ateşten Gömlek, Vurun Kahpeye, Kalp Ağrısı, Zeyno’nun Oğlu, Sinekli Bakkal, Yolpalas Cinayeti, Tatarcık, Sonsuz Panayır, Döner Ayna, Akile Hanım Sokağı, Kerim Ustanın Oğlu, Sevda Sokağı Komedyası, Hayat Parçaları,Harap Mabetler,Dağa Çıkan Kurt,Kubbede Kalan Hoş Seda,Maske ve Ruh,Mor Salkımlı Ev,Türk’ün Ateşle İmtihanı

MUHTEVA :

 

TEMA : Mücadele.

KONU:Anadolu insanının hayata ve doğaya karşı mücadelesi.

ANA DÜŞÜNCE :Anadolu halkının olan her şeye rağmen köklü bir çınar gibi ayakta duruşu.

TEZ : Himmet Çocuklar bir milleti,toprak parçasını ‘vatan’ yapar.Memleket onlar olduğu sürece her zaman her şeye karşı direnç gösterirler.Vatan söz konusu olunca her zaman için birey değil toplum söz konusu olur.

HİKÂYENİN TÜRÜ : Durum hikâyesidir.Çünkü hikâyede olaylardan ziyade belli bir durum,düşünce söz konusudur.Hikâyedeki kişiler de bu durumu ortaya çıkarmak,desteklemek için verilmiştir.

OLAYLAR:

  • Elvanlarda yanlarına aldıkları kılavuz
  • İstanbul gazetecilerinin Yunan ordusunun yaptıklarını tahkik etmek için İney’e gelmeleri
  • Gazetecilerin soruları
  • Halide Onbaşıyla karşılaşma
  • Halide Onbaşının halkın içinde bulunduğu durumu anlatışı
  • Peksimetlerin dağıtılması
  • Himmet’in ortaya çıkışı ve kendini anlatması
  • Himmet Çocuğun Yunanlılara esir oluşu
  • Anlatıcının önceki zamanlara dönüşü.
  • Himmet Çocuğun başka bir bedende ruh bulması.

 

KİŞİLER :

Halide Onbaşı

Gazeteciler

Himmet Çocuk

ZAMAN:İstiklal Savaşının yaşandığı dönem

 

KİŞİLER VE İLİŞKİLERİ:

Gazeteciler hikâyenin başında ortaya çıkan ilk karakterlerdir.Anadolu’ya gelip durumu analiz edip haber yapmak için ortaya çıkmışlardır.

Halide onbaşı kendini diğer yazarlar gibi olay dışında tutmamıştır.Bizzat göreviyle hikâyenin içindedir.

Himmet Çocuk :On üç yaşındadır.Yedi yaşında anasız babasız ihtiyar bir nine ve kız kardeşle kalmıştır.Hayatını devam ettirmek için sürekli mücadele içinde olan bir karakterdir.Hikayeye adını veren başat karakterdir.Hikâyede verilen tez de himmet çocuk üzerinden verilmiştir.

Aslında Himmet Çocuk karakterden ziyade bir tiptir.Asıl olan Himmet Çocuk kahramanlığı adı altında Anadolu’dur.

Gazeteci ve himmet çocuk arasındaki ilişki ilk başta çok güçlü değildi.Sıradan bir kılavuzdu.Hikâyenin sonuna doğru yaşananlar ortaya çıkınca gazeteci bir anne şefkatiyle çocuğa sarılır.Burda gazeteciyi millet,çocuğu da Anadolu olarak çağrışım yapmaktadır.Millet de o zorlu günlere rağmen Anadolu’yu,vatanını asla başsız,sahipsiz bırakmamıştır.

 

MEKÂN: Elvanlar,İney,Uşak.Aslında hikâyede mekâna geniş yer verilmiştir.Bunun sebebi hikâyede söz konusu olan şahıslarla mekân yani Anadolu arasında sıkı bir ilişki vardır.

 

DİL VE ÜSLÛP : Dili döneminde göre halkın anlayabileceği bir dildir.Sade bir dil kullanmıştır hikâyede.Aksaklıklara rağmen üslupta kullanılan şahsilik,onu basmakalıp ifadeler kullanmaktan kurtarmıştır.

 

ÇEVRE :İstiklâl savaşı zamanı ülkede gerek insanların birbirlerine olan mücadelesi gerekse doğaya karşı olan mücadele vardı.Barış havası söz konusu değildir insanlar arasında.Yokluk başat ögeydi.İnsanlara bu bunalmışlık içinde sunulan hikaye umutsuzluğu ümide dönüştürme yönündeydi.

 

 

HİKÂYE HAKKINDA GENEL DEĞERLENDİRME :

 

Halide Edib hikâyeyi dönemin ihtiyaçları üzerine millete adayarak yazmıştır.Onun için önemli olan vatandır.Milli edebiyat sanatçılarında görüldüğü gibi bu yüzden İstanbul dışına çıkılmıştır.Mekan aslında İney köyü ya da Uşak olarak sınırlı değildir.Bütün Anadolu’ya dağılmıştır.

Şahıslar objektif bir gözle aktarılıyor.Kişisel özelliklerine inilmiyor.Halide Edib de kendini gizlemiyor zaten hikaye içinde.Her şeyi  kendi duygu,düşünce ve izlenimlerine göre anlatıyor.Bu yüzden hikaye içindeki gerçekliği yakalamamız daha kolay oluyor.Daha inandırıcı geliyor okura.

Halide Edib’in hikâyesinde belli yerlerde röportaj özellikleri görülür.İstiklâl savaşında Anadolu’yu bir gazeteci olarak dolaşan yazar gördüklerini ve duyduklarını naklediyor.Sanat gerçeği değiştirmez bu hikayede.Hakikati daha etkili biri  şekilde anlatma amacı güder.

Himmet Çocuk hikâyesinde anlatılanlar gerçeğe yakındır.Türk toplumunun kaderi söz konusudur.Bunun üzerinden işlenir yan fikirler.

Daha önce belirttiğim gibi Himmet Çocuk bir karakter olmaktan ziyade bir tiptir.Birey değil toplum göz önündedir.Himmet Çocuk Anadolu’nun ruhunu,yiğitlik,kahramanlık,cesareti temsil eder.

Halide Edibin Himmet Çocuk’u Avustralya ve Amerika’da medeniyet kuran insanlara benzetmesi ve ona bir nevi kahraman gözüyle baktırır.Bu bakış tarzı onun tiplerini de aydınlatır.Kuru toprakla mücadele de kahramanlıktır.Himmet çocuğun yaptığı da budur aslında.

Kahramanlık iki anlamda gözümüze çarpar.İlk olarak düşmanla savaşma.Yazara göre bu Türk’ün doğal olan vasfıdır.İkinci olarak ise milleti ve vatanı  bir medeniyet merkezi haline getirme çabasıdır ki böyle bir durumda da başka türlü kahramanlığa ihtiyaç vardır.Kuru,vahşi tabiat ile savaş.

İnsanla insanın mücadelesi değil insanın tabiatla mücadelesi ön plandadır.Yazarın önemle belirtmek istediği fikir budur.

Anadolu’da vadiler,uçurumlar,insanın muhayyilesini ve arkasını soğuk soğuk ürpertir derken  yazar Anadolu’da dolaşırken bu uçurumları vadileri yakından görmüş ve onların korkunçluğunu hissetmiştir.Anadolu insanı her geçen gün onlarla savaşır.

Hikâyenin sonunda da Himmet Çocuk’a benzeyen başka bir Anadolu çocuğunu hatırlar.

Hikâyede söz konusu olan olaylar İstiklâl savaşıyla ilgilidirler.Yazar onları bu tarihi anın içinde görüyor.Hikayede de birbirini bu konu altında tamamlayan iki fikir söz konusudur.Bunlardan ilki İstiklal savaşında Anadolu insanının karşılaştığı ızdırap ve felakettir.İkincisi Anadolu insanının ona karşı koyuşudur.Yazara heyecan ve ümit veren de Anadolu insanının daha çocuk yaşında felaket ve ızdıraba karşı koyan bir ruh olgunluğuna irade gücüne sahip olmasıdır.

Izdırap ve felaketin ağırlığıyla ona karşı koyanların ruh ve bedeni arasındaki dramatik çatışma,ümit ve iradenin galebe çalması yazar gibi bizde de ulvi bir his uyandırıyor.

Yazarın ıztırap ve felaketi tasvir ederken duymuş olduğu acıyla Anadolu çocuklarına karşı hissettiği sevgi ve hayranlık bizde de sirayet ediyor.Özdeşleşme ile karşı karşıya bırakıyor yazar bizi.

Himmet Çocuk hikâyesinde baştan sona kadar kendisini acı çekenlerle beraber hissetmeden doğan sevgi ve sempati bunları da aşan bir hayranlık duygusu hakimdir.Himmet Çocuk hikayesi,hikaye sanatında hikayecinin duyuş ve bakış tarzının ne kadar önemli olduğunu gösteren bir örnektir.

Hikâyede olaylar ve izlenimler başlıca sıraya göre anlatılmıştır.Bu kısımlar arasında sıkı sıkıya bağ vardır.Birinci kısımda yazar,İstiklal savaşı esnasında Anadolu’da Türk milletinin başına gelen felaketi anlatıyor.Himmet Çocuk da bu felakete maruz kalanlardan sadece birisidir.Fakat o bu felaketler karşısında yılmamış yıkılmamıştır.Yazar hikayenin sonunda Anadolu’da Himmet Çocuk gibi daha nice çocuk olduğunu anlatıyor.

İstiklal savaşı İstanbul’a kapalı Türk edebiyatçılarına Anadolu’yu ,Anadolu insanını,onun ruh ve karakterini anlatmıştır.Bu açılma kendiliğinden değil büyük felaketler sonucu ortaya çıkmıştır.

Anadolu insanının yaşadığı yeri çok sert biçimde ifade eder.Her şeyi yakan,yıkan savaş doğanın yarattığı bu kader üzerine bir de kendi felaketlerini ekler.Halide Onbaşı dert yanan insanların sesinde bu korkunç tabiatın sesini bulur.

Hikayenin sonunda yazar Himmet Çocuk’a benzettiği diğer çocukları da bu çerçeve içinde anlatır.

Yazar,insanları yaşadıklarıyla bir bütün olarak almak suretiyle hem hikayesine giren dünya perspektifini genişletmiş hem de bu şartlar vasıtasıyla onların hayat,şahsiyet ve kaderlerini belirtmeye çalışmıştır.Anadolu insanlarının içinde yaşadıkları şartlar zordur.Onlar bu şartlara katlanmak ve onları yenmek suretiyle bugüne kadar yaşayabilmişlerdir.

Hikâyede söz konusu olan şahıslar başta yazarın kendisi ve köylüler daha sonra da Himmet Çocuk ve benzerleridir.Yazar da zaten başta kendini bir gazeteci olarak görür.Daha sonra Himmet Çocuk karşısında bir anne şefkati duyar.Diğer insanlara karşı da kalbi insani hislerle doludur.

Hikâyeci gördüğü şahısları sadece görebildiği yönleriyle tasvir eder.

Hikâyeye adını veren Himmet Çocuk on üç yaşındadır.Yedi yaşında anasız babasız kalmış,ihtiyar ninesiyle genç kız kardeşine o bakmıştır.Üç ay önce Himmet Çocuk’u Yunanlılar öldürmeye kalkmışlar.Himmet Çocuk,Yunanlılardan ninesinin yolda yesin diye verdiği haşlanmış iki yumurta sayesinde kurtulur.

Hikâyenin sonunda yazar Anadolu’nun nasıl kalkınacağı meselesinde durur fakat Himmet Çocuk gibilerini tanıdıktan sonra onlarla kalkınacağını anlar.

Himmet Çocuk hikayesinde halihazır ıztırap ve felaketten geleceğe doğru ümit ve güvenle bir bakış vardır.Halide Edib’in hikayelerinde her insanın bir vasfı vardır.

Yazar,Anadolu’daki çocukları gördükten sonra Himmet Çocuk’a ait düşüncelerini bütün Anadolu insanına yayar.Himmet Çocuk tek bir insan değil binlerce benzerini,toptan Anadolu halkını temsil eden bir tiptir.

Yazar onu kişisel özellikleriyle tasvir etmekle beraber bir sembol haline de getiriyor.Halide  Edib’i ilgilendiren fert değil toplumdur.Burda bunu bir kez daha anlamış oluyoruz.

Hikâye,kompozisyon bakımından Anadolu ve Anadolu insanının içinde bulunduğu feci durum ile onu kurtaracak olan ve gücünü çalışmada bulan yeni kahraman arasındaki tezada dayanır.Yazar girişte Anadolu coğrafyasını ve insanını tanıtır.Himmet çocukla karşılaşması onu yeni bir kahraman fikrine götürür.

Halide Edib’in hikâyesi ilk bakışta bir röpörtaj gibi dağınık görünmekle beraber bir ana fikire iç yapıya sahiptir.Yazar İstiklal savaşı yıllarında Anadolu’dan aldığı fikir ve izlenimkleri tek çatı altında toplamaya çalışır.Anlatış tarzıyla da buna yaşanmışlık ve gerçeklik havası katar.

Himmet Çocuk hikâyesinde Halide Edib gerçeği canlı bir şekilde tasvir eden izlenimci bir ifade kullanır.Doğayı,eşyayı,insanları anlatırken onların objektif vasıflarını belirtmekle yetinmez,kendinde ve başkalarında uyandırdıkları his ve hayallerden de bahseder.Bu özelliği daha ilk paragraftan tespit etmek mümkündür.

Yazar,dış alemi bir görüntü olarak tasvire çalışır çoğu zaman hikâyede.

Halide Edib hikâyede tabiat gibi insanları da durağan değil dinamik olarak tasvir etmiştir.Varlığı kendi izlenimlerine göre keşfedebildiği kadarıyla canlandırıyor ve obje karşısında seyirci kalmayarak duydu ve hayalleriyle ona sarılmak istiyor.Yazar ile dünyanın,süje çile objenin kaynaşmasından doğan bu üslup Halide Edib’in hikâyesine başka bir hava verir.

Hakkında admin

Cevapla

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Required fields are marked *

*