Son Haberler
Anasayfa / afilli / YUSUF KAPLANLA RÖPORTAJ

YUSUF KAPLANLA RÖPORTAJ

Pocket
Bookmark this on Google Bookmarks

Her yıl on binlerce kitap basılan ülkemizde gençlerin iyi bir okur olması, bilinçli kitap okuması için ne yapmaları gerekli?

Önce bir durum tespiti yapalım. Bize âlim lâzım, ârif lâzım, hakîm lâzım. Bu kavramların içini boşaltmış durumdayız. İlim, irfan, hikmet diyoruz ama bir taraftan da bu kavramları tuhaf bir şekilde avamileştirmiş durumdayız. Aslında bu kavramlar kurucu kavramlardır. Bizim hayatımızı, iç dünyamızı, dış dünyamızı kuran kavramlar bunlar. Âlim ya da ârif diyoruz mesela. Âlim kim, Ârif kim? Bunun karşılığı yok. Hakîm diyoruz bunun da bir karşılığı yok. O yüzden bizim aynı zamanda hem âlim hem ârif hem de hakîm olabilecek çapta adamlara ihtiyacımız var. Yakın tarihimizde bunun son örneği Said Nursi Hazretleri’ydi. Hem âlimdi hem ârifti hem hakîmdi. Bir geleneğin son temsilcisiydi. Buradan kitap ve okuma faslına bir geçiş yapabiliriz. Kur’ân ve Furkan okunmak içindir. Dolayısıyla biz bu farkı bilmiyoruz. Furkan kişiye bir firak ateşi kazandırır. Firak ateşi kişinin tefrik etme melekelerini dolayısıyla farkı fark etme melekelerini geliştirir. Yani Furkan aslında kişinin Kur’ân karşısındaki seyrü sülûk hâlidir. Biz okumasını bilmiyoruz. Dolayısıyla çok okumayı okumak zannediyoruz. Önümüzde zibil gibi kitap var. Tonla kitap basılıyor Türkiye’de. Genç kuşakların en büyük sorunu bir kitabı nasıl okuyacağını, hangi kitabı niçin okuması gerektiğini bilmiyor olmasıdır. Böyle bir sıkıntı var.

Bugün hayatta olmayan yazarların, düşünürlerin hangisinden istifade etmek isterdiniz?

Özellikle merak ettiğim birkaç kişi var. İbn Sînâ’yı çok merak ediyorum. On yaşında hıfzı bitirmiş. Oradan işte usul ve alet ilimleri, dil, meani, beyan, bedi’ okumuş. Sonra edebiyat, şiir ve felsefeye geçip on sekiz yaşında her şeyi bitirmiş. Biz bugün böyle bir şeyi düşünemeyiz, böyle bir şey yapamayız. Bu yüzden eğitim sistemi çok önemli. Özelikle gençlik yılları… Günümüzde gençler arasında neden şiddet yaygın? Gençlik kendi dünyasını kuramadığı için. Kendi dünyasını kurabilecek bir yol bulamadığı için, böyle bir yol kuramadığı için. Gençlikten söz ederken o çocukluk çağlarını da katıyorum. Mesela batıda ilkokullarda, ortaokullarda takır takır tarıyor adam bütün sınıfı. Niye? Kur’ân hıfzı ilk gençlik çağlarına girmeden başlamalı. O yıllarda başladığı zaman verimli oluyor. İnsanın sadece Kur’ân’ı hıfz etmesi söz konusu olmaz, aynı zamanda kendini muhafaza etmesi de söz konusu olur. Zekâsını, dilini… Bir dil kazandırır Kur’an, bir hayat üslubu kazandırır. Bir vasat vardır; o vasatın vasıtaları ile irtibat kurmanı sağlar. O İslâmî vasat, habitus ilk gençlik yıllarına geçiş sürecinde şekillenir. Daha sonraki süreçte gençliğe inanılmaz bir şekilde ufuk kazandırır. Yani bütün bariyerleri aştırır, inanılmaz koridorlar açar insanın önüne. O yüzden açıkçası biz genç kuşakları mahvediyoruz.

Müslümanların kendi aralarında iletişim kurmaları noktasında bir hadis-i şerîf vardı.

Nasıldı o hadis-i şerîfte biliyor musunuz? “İnsanlara selam verirken cepheden selam verin.” İnanılmaz bir şey bu… Asıl şey yüz yüze iletişimdir, yüz yüze olmadığı zaman iletişim olmaz. Bin iki yüz, bin beş yüz, iki bin sayfalık pespaye romanlar okuyarak, okuduğunu zannedenler var. Niceliğin hükümranlığını yaşıyoruz biz. Nitelik sırra kadem başmış durumda.

Türkiye’de ihmal edilen yazar ya da eser var mı?

Var olmaz olur mu? Biz batının, İslâm düşüncesinin, Hint’in, Çin’in eserlerini okuyabilecek durumda değiliz. Bunu farkında bile değiliz. Bu semantik intihardır. Mesele Fütühât-ı Mekkiyye’yi çevirmişler ama bilgi teorisi diye ara bir başlık atmışlar. Buradaki cinayeti görebiliyor musunuz? Bilgi teorisi kartezyen felsefenin hikâyesidir ve kartezyen felsefe tarihin çöp sepetini boylamış. Ölmüş bitmiş, çöp sepetini boylamış bir şeyi İbn Arabî’nin metni üzerinden yeniden diriltiyorsun, İbn Arabî’nin metnine giydiriyorsun. İbni Arabî’yi anlayamam ki ben oradan. İlim midir, irfan mıdır, hikmet midir? Biz kendi kaynaklarımıza nüfuz edebilecek durumda değiliz. Asıl olan dildir. Dil bitmişse her şey biter. Dilin bittiği yerde insan yerini yitirir, mevzisini yitirir, ruhunu yitirir, dinini yitirir. Asıl olan dildir. Medeniyet dilini yitirdiğimiz için, çeviri yaptığımızı zannediyoruz.

O halde sorayım, neyi, nasıl okumalıyız?

Okumak ama neyi, niçin, ne zaman ve nasıl okuyacağız? Birincisi kuru kuruya bilgilenme meselesi değil, ikincisi okuduğumuz metne nüfuz etme meselesi. Okuduğumuz metne gerçekten nüfuz edebilecek bir dile sahip miyiz? O yüzden çeviri okumayın diyorum ben. İngilizce ise İngilizcesinden; Arapça ise Arapçasından; Fransızca ise Fransızcasından okuyun. Başka yolu yok… Türkçe bitmiş durumda. Türkçeyi mahvetmiş durumdalar. Kuram diyor… Ne demek kuram? Sen kuramla hiçbir şey kuramazsın. 2 bin 500 senedir teoriyi kullanıyor adam. Manyak mı? Sen nazariyeyi ne diye atıyorsun ki! Kimsin sen ya! Bizi mahvettiler, o yüzden bir şey kuramıyoruz. Dil yok! Konuşamıyoruz ki! Cümle kuramıyoruz.

Külliyat yayınları ne durumda? Bu yayınevi ile oluşturmayı düşündüğünüz, oluşturmayı teklif ettiğiniz bir kütüphane var sanırım.

Var. Bütün medeniyetlerin külliyatı… Külliyat olmadan fikriyatı ortaya koyamayız. O yüzden külliyat dedim. İlk önce bizim ve dışımızdaki medeniyetlerin ana kaynaklarına ulaşmamız ve onları tanımamız lâzım. Orada bütün insanlığın birikimini, esas itibar ile ana metinleri, aracı metinleri ve kaynak metinleri yani üç aşamalı bir şey düşündük. Ama çok yavaş gidiyor. Bunun nedeni yayınevinin sahibi çok ciddi bir rahatsızlık geçirdi. Onun hastalığından ötürü rahatsız etmeyeyim dedim. Benim de ciddi bir yoğunluğum vardı biraz ondan kaynaklandı. İlle de beş kitap yayınlayacağız diye bir şeyi sevmiyorum ben. Bir ay üç kitap çıkar, bir ay on kitap yedi kitap çıkar. Fazla abartıyoruz biz bu işi mekanikleştiriyoruz.

Almak isteyip de alamadığınız bir kitap oldu mu?

Oldu. Benim aradığım bir düşünce tarih ansiklopedisi vardı İngiltere’de. Senelerce aradım bulamadım. Beş cilt, yazılmış en iyi düşünce tarih ansiklopedisi. Ansiklopedi dediğime bakmayın bir madde yirmi beş, otuz sayfa. Çok önemli bir kitap… İkinci el bir kitapçıdan yirmiye yakın kitap seçtim. Kitapları aldım, kasaya doğru gittim. Baktım masaya, benim senelerdir aradığım kitaplar orada duruyor. Kitapların başında da yaşlı, seksenine merdiven dayamış bir adam. Elimdeki kitapları attım hemen. Kasiyerin masası boştu. Adama bakarak “Bu kitaplar benim.” dedim. Adam da “Tamam, bu kitaplar senin.” dedi. Beş yüz pound, 1000 pound derse alacağım çünkü çok önemli kitaplar. Sonra beş pounda aldım kitapları.

Ben Londra’nın kitap bekçisi gibiydim. Londra’ya kim gelse hele de entelektüel ilgileri varsa hemen beni bulurdu. Kitapçıları çok iyi biliyorum. Mesela bir şeyi hiç unutmuyorum. Aradığım bir kitabı mahzende buldum. “Allah!” dedim. Lewis Mumford’un kitapları. Bayağı aramıştım o kitabı. Adam fırlayarak geldi. Ne oluyor falan dedi.

edebifikir.com

Hakkında admin

Cevapla

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Required fields are marked *

*