OSMANLI KASİDESİ
o saydam duvardır ki böler
var olanlarla artık olmayanları
bulutlu bir sessizlikte
yaşlarını sonsuza tamamlayanları
evrende çoğul yıldızlarıyla
samanyolları sayılır düşünceler
dönerler dururlar dönerler dururlar
ne başları bellidir ne sonları
nurdan bir ağaç sayılır mevlânâ
ney pırıltılarıyla aralıksız
anlaşılmaz bir yerinden aydınlatır
gönül kandili sönmüş olanları
bir dağ sayılır kaynar koca mimar sinan
camdan kubbelerinde güneş parçalanır
kayıp kervanlarını bekler mi hâlâ
eski sınırlarda unutulmuş hanları
maşlahlı yoksa nedir gizli dervişler midir
göl durgunluğunda eski besteler
aranır çağdan çağa yansıyarak
bestelendikleri zamanları
kapatıp masmavi avcunda gökyüzünü
yüzyıllar boyunca nasıl biriktirmiş
ne imgeleme sığar ne bellekten kaybolur
o saltanatlı divanları
kelebekler midir derinliklerinde haremlerin
anne fısıltılarıyla dualar
bir ‘allah’ çekmesinler budin’den / medet
titretir bağdad’ı pehlivanları
yağlı ayak seslerini yankılı saraylarda
duyarsın şimdi bile dinlesen cellatların
alıcı kuşlar gibi parlayıverirler
boğmaya tüyü bitmemiş sultanları
bir tambur sayılır bol karanlıkta
kımıldar saklı tınlamalarla halk
azaldıkça yakınarak mutsuz bir yoksulluğa
secdeden kalkmaz olur alınları
onlar mıdır mehmed han’a top dökenler
marangoz ve dülger berber ve hattat
bir balık aydınlığı parmak uçlarında
karanlık bursa’da ipek çobanları
yağmurlu çınarları onlar mıdır tekkelerin
aya batmış serviler yürük mezarlarında
eski kuyulardan sesleri çığlık çığlık
atları dolaşır perili ormanları
onlar mıdır nasreddin hoca gülümseyerek
köroğlu öfkeleriyle dağa çıkmış
ölüm allahın emri / elif lam ve cim
idam yazarsa da hünkârın fermanları
git ara hangi zaman ufkunda kayıp
o kanlı debdebe attilâ ilhan
rüya boşluklarında yer aranırlar
ne adları kalmıştır ne sanları