Modern yaşam , insanımızın yaşam kalitesini artırırken , nezaket dünyamızın da ipini çekti . Eskilerin adab-ı muaşeret kitabı kaleme almadığını düşünürsek , ne kadar nezaketli bir toplumda yaşadıklarını anlarsınız . Şimdilerde kendimiz ettik , kendimiz bulduk diyesim geliyor . Eğitimcilerin bile öğretime yatırım yapmadıklarını ve toplumsal ahlak konusuna ilişmediklerini gördükçe bir garip oluyorum . İleri toplum , kuralsız ve görgüsüz toplum demek değildir . Aşağıdaki tarihsel misalleri görünce , ne kadar yanlış ve özensiz bir alemde olduğumuzu anlayacaksınız . Eskimez değerlerin dünyasına şöyle bir bakalım . İnsanlarımız eskiden edeplerindeki inceliklerine binaen ‘ışığı yak’ demezlerdi. Çünkü , yakmak olumsuz bir kelimedir. Bunun yerine ‘ışığı uyandır’ derlerdi ! Geceleyin yatarlarken de ‘lambayı (mumu) söndür’ demezlerdi . (Allah kimsenin ışığını söndürmesin.) Söndürmek olumsuzluk çağrıştırdığı için , ‘Lambayı dinlendir’ derlerdi. Aynı şekilde ‘kapıyı kapat’ denilmez; (Allah kimsenin kapısını kapamasın) ‘kapıyı ört’ veya ‘sırla’ derlerdi. Bir kaç basit misal bile , eskilerin ne kadar naif ve sade bir yaşamı sürdürdüklerini anlamamıza yeter . Yeni zamanlar da böyle mi ? Artık ohaların , kankaların , hastirlerin vs. havada uçuştuğu bir sokak ve laubali dili konuşuyoruz . Bu kadar kötücül bir dili kullanan kitlelerin , sağlıklı bir anlaşma dili olması mümkün değildir . Buradan hoyrat bir kabalık ya da sert bir üst dil ortaya çıkar . Bugün yaşadığımız tam da budur . Babasına ismiyle hitap eden , abisine abi demeyen , eşine avrat diyen bir toplum diline doğru gidiyoruz . Politik dil de bundan nasibini alıyor . Sonuçta politikacı da bu milletin dilini terennüm ediyor . Tam bir sövgü dili ve cinnet söylemi !
“Haddeden geçmiş nezaket yal-ü bal olmuş sana ” (Haddeden geçmiş nezaket sana boy pos olmuş) diyerek , sevgilisinin nezaketini örnekleyen Nedim usta , bugün olsa sevgilisine ne derdi ? Sevgiliye ulu orta küfretmek ya da sokakta dövmek , artık kanıksanan bir görüntü oldu ! Sosyal medya ortamlarındaki sevgi kelimeleri (!) tam bir facia dilidir . Merhaba demeyen , selam vermeyen , günaydın esirgeyen bir insan tipiyle beraber yaşamaya katlanıyoruz . Ya eskilerde durum nasıldı derseniz , buyrun : Kapıların üzerinde de‘ kapılar açan, müşküller gideren, kalplere inşirah veren’ manasında ‘’Ya Fettah’’ yazılırken , günümüzde “itiniz” gibi manasız ve faydasız , boş bir kelime yer almaktadır. Ofislerde danışmak parayladır yazması gibi!
Batı kültüründe sahip olunan asaleti, makamı öne çıkarma varken ; mesela , General Patton, Matmazel Eleni , Kont Ferdinand vb . Bizim kültürümüzde esas olan şey ise ‘eşrefi mahlukat’ olan insandır . Kariyerin ve makamın her şey olduğu günümüzde nezaket ve nezahat bile rütbeye rüşvete dönüştü . Makamını kaybeden vekili ya da amiri artık ‘selamsız bir saygı! bekliyor ! Oysa eski öyle miydi ? Ünvan değil , insana hürmet edilirdi . Önce isimler gelir , sonra unvanlar söylenirdi . Mesela ; Süleyman Paşa , Ayşe Sultan , Yunus Ağa , Süleyman Çelebi gibi . Şimdi doç ,dr , vali , savcı gibi ünvanların çağrışımıyla gelen bir gizli itaat sitemi oluştu . Köprüyü geçene kadar saygı meselesi !
Eskiden evlere misafirler geldikleri zaman ev sahibi onların ayakkabılarının burunlarını dışarıya doğru değil içeriye doğru baktırırdı. Böyle yapmakla , “biz sizin misafirliğinizden çok hoşnut kaldık , evimizi yeniden şereflendirmenizi bekleriz” demek isterlerdi.’’ Şimdilerde , misafir gelecek diye karanlık odada oturan karanlık tiplerle birlikte yaşıyoruz . Ne zor bu tipsiz insanlarla yaşamak , ne zor böyle tipleri yetiştiriyor olmak ! Şanlıurfalı Nabi yüz yıllar önce ne demiş bakalım : ” Rüsûm-ı lütf u kerem halk içinde mensîdir / Fakat alub verilir bir selâm kalmışdır… ” Alıp verilen bir selamdan başka insanların birbirine lütuf ve cömertlikte bulunma gelenekleri unutulup gitmiştir .Heyhat , yıllar öncesinde bile , sadece bir selam kalmış! Ne yapsın yeni insan ? Şimdi selam bile kalktığına göre , çok mu çağdaş olduk ne ? Yoksa sosyal bir yalnızlığa doğru mu gidiyoruz ?
Toplumsal çöküntü ve sıkıntılarımızın temelinde , apartman yalnızlığı ve site bireyciliğinin de etkisi var . Yalnız birey yaşamı , beraberinde yoz bir yaşamı da dayatıyor .Eski zamanlarda insanlarımızın evlerinin ekserisi ahşap gibi dayanıksız malzemelerden , boylarının servi boyunu ve edeben mahalle mescidini geçmeyecek , kıdem hakkına riayet ederek , komşusunun manzarasını kapatmayacak şekilde inşa edilirlerdi. Tıpkı Amasya Sultan Bayezid Camii kapıları gibi . Bunun bir hikmeti de , ahşabın insan mayası olan toprak ile iletişimin kesmeyen geçirgen bir malzeme olmasından dolayıdır. Çağımız insanın yaşadığı betonarme binalar ise bu özelliğe sahip olmadığından dolayı , insanın enerji boşalımını sağlamamakta ¸stres, depresyon vs. gibi hastalıklara zemin hazırlamaktadır. Sonuçta dilimize yansıyan bir kirlenmeye doğru gitmekteyiz .Hızlı yaşamaya çalışan yalnız ve asosyal insan da , bu seküler alemde yoğrulmaktadır . Bugün yaşadığımız laubali kültür ve kötücül yaşam , bu sıkışık şartlarda tabii bir sonuç değil midir ? Bu laubali kültüre ve ciddi erozyona karşı bir şiirle direnelim : “Bu âdem didükleri / Al ayakla baş değil / Âdem mânâya derler / Sûret ile kaş değil !” Kaygusuz Abdal ‘ın aradığı ve hala aradığımız , manası Âdem olan insan yetiştirebilmek dileğiyle , nezaketiniz ve nezahatınız eksilmesin . Amin .
Günün kitabı : Yaşar Kemal , Çocuklar İnsandır , Deneme , YKY
İsa Çolaker