Başlık , rahmetli Muzaffer Sarısözen ’den mülhemdir. Cumhuriyet dönemi türkü derleyicilerimizden biri olan Muzaffer Sarısözen , türkünün ruhuna gayet uyan bu sözü söylemiş ve bana da ilham kaynağı olmuştur. Türkü , bizim edebiyatımızın en eski ve değişmez türlerinden biridir. Formatı itibarıyla çok çeşitli türleri olmayan ama , söyleyiş ve eda itibarıyla çok tavırları olan bir edebî türdür.
Türkülerimizin çeşitleri ve söylenişlerinden çok , onların bizim kültürümüz ve kimliğimiz açısından ne ifade ettiğini konuşalım. Türk isminden ; nisbet eki –î eklenmesiyle oluşan Türkî kelimesi , Türk ‘e ait olan şeyi belirtmek üzere kurulmuş bir tür adıdır. Türkülerimiz ; muhtevası bizim yerli yaşam biçimimiz olduğu için , halkımız tarafından çok iyi anlaşılmış ve tutulmuş metinlerdir. İçeriklerindeki doğallık , daha çok halk tarafından yazılmasından kaynaklanır.
Anonim olan türkülerimizin hayat pınarı , halkımızın bitimsiz hafızasıdır. Ortalama her türkümüzün bir ‘hikayesi’ de vardır. Sevdiğimiz türkülerimizin bir çoğu da , çok güzel bir hiciv içerir. İşte bunlardan birisi de Veysel ‘ indir . Aşık Veysel usta , sevmediği Raşit adlı birini çok güzel ve nezih bir şekilde hicvetmektedir : “Raşit çoktur adın gibi / Hiçbir tat yok tadın gibi / Yontulmadık odun gibi / Uzatmışsın boy Raşit.” Türkünün dizeleri tam bir ahlak dersi örneğidir. Raşit ismini arkadaşına fazla gören Veysel usta ; ismine uygun davranmayan arkadaşının kendini mutlu etmediğini anlatmaktadır. Olumsuz davranışlarda örneği olmayan arkadaşını da , oldukça sert yermektedir .
Abartılı gibi görülen bazı türkü dizelerimizde , tasavvufî derinlik ve sufî özellikler vardır. Daha çok ilahi içeriğinde ve tekkede söylenilen bu metinlere güzel bir örnek de , Yunus Emre’nindir :“Balık kavağa çıkmış / Zift turşusun yemeğe / Leylek goduk doğurmuş / Baka şunun gözüne” Modern zamanlarda yukarıdaki dizelerdeki manaları çözemeyen bazı akl-ı evveller, Yunus gibileri anlaşılamamakla suçlamışlardır. Bilip de bilmemezlikten gelme ve olmazı oldurma anlayışıyla yazılan bu sufî metinleri çözemeyenler. Kendinden menkul biçimde ozanları suçlamaya başlamışlardır. Bunlar hamlık belirtileridir. Metnin bağlamındaki manayı ve tasavvuf kültürünü bilmezsen , balığın kavağa çıkma metaforunu ve zift turşusunu yeme cümlelerini anlayamazsın .Türkülerimiz böyle manalı ve biraz da eğlenceli anlam deryasıyla doludurlar.
Daha çok koşma tarzında yazılan türkülerin , söylenme türleri de çok hoştur.Uzun havalar, oyun havaları vb. İnsanın içini kıpır kıpır eden eğlenceli okuma çeşitleri vardır. Karadeniz türküleri ‘ritim’ üzerine kurulurken , Doğu Anadolu , Alevi-Bektaşi türküleri ve nefesleri daha çok ‘hüzün’ üzerine kurulur. Tekkedeki ilahinin edası ve seslendirmesi caza yakındır desem yeridir. Halk oyunlarımız eşliğinde bambaşka bir şekle ve içeriğe bürünen türkülerimiz , insanımızı eğlendirmeye ve düşündürmeye devam etmektedir . Semahlar , semalar eşliğinde irad edilen türkülerimiz zikirlerin ve uhrevi alemin aracı haline de dönüşebilmiştir .
Türkülerimizin hikayeleri de başlı başına bir araştırma konusudur. Onbeşli türküsünün hikayesi eğlenceli değil , savaş içerikli bir öyküdür! Hastane önünde incir ağacı türküsü de aynıdır. Türkülerimizi öyküleriyle bilirsek daha hoş olur. Milli kimlik denen şey de böyle tecessüs eder. Değerlerin toplamı da bunlardan oluşur. Milletin ana karakteristiği de böyle halk unsurlarına dayanır. Modern zamanlarda yazılan türkülerde vardır. Özhan Eren’in Kara Tiren’i gibi. Bunlar , anonim değil , yazarı belli olan besteli türkülerdir .
Pop bir kültüre ve popülariteye yenik düşmemek için , türkülerimize sahip çıkalım. İşyerlerimizde türkü ve sanat musikisi çalalım. Bazı beyaz Türkler gibi , türkü , şarkı ve eskimez müziklerden korkmayalım. Millet sevgisi böyle pratik bir değer içerir. Yoksa Madonna bizim neyimiz olur deme hakkımız var? Bir Mican ya da Hekimoğlu türküsü beni değer olarak bağlar. Çünkü türküler tekrarı olan değerleri örgütler. Batı tarzı bir çok şarkıdaysa , -Pink Floyd parçaları gibi- , hiçbir değerin pazarlaması yapılmaz ve yıkıcıcıdır. Onun için türkülerimizi sevelim ki, insanımızı da sevebilelim. Türküyle kalınız ve her şeyiniz türkü tadında olsun. Bir eleştirel türkü dörtlüğüyle bitirelim : “Yunus bir söz söyledi / Hiçbir söze benzemez / Cahiller kazamazlar / Hiç ilmin kuyusunu”
Kitap notu:Nar Ağacı,Nazan Bekiroğlu ,Timaş Yay.
İsa Çolaker