Son Haberler
Anasayfa / afilli / OSMAN ÇEVİKSOY’UN ÖMRÜMÜZ GURBET ROMANINDA ALMANYA’YA GÖÇ

OSMAN ÇEVİKSOY’UN ÖMRÜMÜZ GURBET ROMANINDA ALMANYA’YA GÖÇ

Pocket
Bookmark this on Google Bookmarks

Prof. Dr. Nurullah Çetin
Giriş: İkinci Dünya Savaşı’nda büyük bir yıkıma uğrayan Almanya, bu enkazdan gelişmiş, ilerlemiş, kalkınmış bir ülke olarak çıkabilmek için dışarıdan işçi gücüne ihtiyaç duymuş ve bu doğrultuda 30 Ekim 1961 tarihinde Federal Almanya Cumhuriyeti’nin başkenti Bonn’da Almanya – Türkiye İşgücü Antlaşması imzalanmış ve Türkiye’den çok sayıda vatandaşımız, Almanya’ya işçi olarak göç etmiştir. 1973 yılına gelindiğinde Almanya’daki Türk işçi nüfusu aileleriyle birlikte 900 bine ulaşmıştır. Bugün ise Almanya’da dört milyon civarında Türk yaşamaktadır.
Almanya’daki Türk işçilerinin varlığı, durumu, değişik boyutları ve sorunları Türk edebiyatına konu olmuş; bu çerçevede pek çok eser yazılmıştır. Bu bağlamda günümüz Türk hikâye ve romancılığının önde gelen yazarlarından biri olan Osman Çeviksoy (1951-) da önemli bir roman yazdı. 1982-1987 yılları arasında Almanya’da Türk okulunda Türkçe öğretmeni olarak çalışmış olan Osman Çeviksoy’un birçok hikâye kitabının yanında romanları da vardır. Yazar, Almanya’da çalıştığı yıllarda Türkiye’den Almanya’ya göç eden Türk işçilerinin yaşantılarını, sorunlarını ve beklentilerini çok iyi gözlemlemiş ve bunları gerçek bilgilere dayalı olarak Ömrümüz Gurbet adlı romanında sergilemiştir.
Bu yazımızda adı geçen romanda, Türkiye’den Almanya’ya olan Türk işçi göçünün ne gibi sonuçlar doğurduğu değişik boyutlarıyla irdelenecektir.
*Romanın Kısa Özeti: Bir aile romanı olan ve Türk Okulu öğretmeni Orhan’ın yansıtıcı bilincinden aktarılan bu eserde Halil, 1980’li yıllarda Almanya’ya işçi olarak gitmiştir. Karısı Melike, oğlu Murat ve kızı Birsen ile birlikte 17 yıl Almanya’da yaşarlar. Bu sırada oğulları Murat, Alman kızı Bettina’ya âşık olur. Onunla İslam’a ve Türk töresine uygun olmayan rahat bir birliktelik yaşar. Bundan oldukça tedirgin olan Halil, oğlunu bu ilişkiden ve Almanlaşmaktan kurtarmak ve ailesini Türk-İslam kültürüne göre yaşatmak için eşini ve çocuklarını alıp Almanya’dan Türkiye’ye döner. Murat, Türkiye’de liseden arkadaşı olan Nevin’le nişanlanır. Bir tartışma sonrası Murat, eski sevgilisi Bettina’ya döner. Ancak Bettina’nın başka erkeklerle aynı evde nikâhsız bir şekilde rahat bir birliktelik yaşadığını görünce Almanya’ya onun için gittiğine pişman olup geri Türkiye’ye nişanlısına döner.
Romanda ayrıca Almanya’ya ilk gidenlerden ve orada emeklilik hayatını yaşayan Eksport Rıza’nın, karısı Latife ve çocuklarının Almanya’da perişan şekilde dağılıp yok oluşları hikâyesine de yer verilir. Rıza’nın hippilerle yaşayan kızı bir parkta fazla uyuşturucu almaktan dolayı ölür. Karısı aklî dengesini kaybedip hastanelik olur. Kendisi de evinde ölü bulunur. İki oğlu, babalarının cenazesiyle bile ilgilenmemişlerdir. Aileyle tek ilgileri, babalarının evini satıp yiyebilmek için uğraşmaktır.
Diğer yandan az da olsa dinine bağlı Gedizli Mustafa’nın hayat hikâyesine de değinilir.
*Almanya’da Türk İşçilerinin Sosyolojik ve Kültürel Sınıflandırılması: Yazar, romanında Almanya’da yaşayan Türk işçilerini, toplumsal yapılarına, Türk-İslam kültürüne bağlılık durumlarına ve yaşantılarına göre üç bölükte toplamıştır.
1.Çok Fire Veren Rıza Tipi: Bu tipler, tamamen kişisel ve maddi menfaatlerini öne alan, Türk-İslam kültür ve kimlik değerlerinden uzaklaşmış olan işçi zümresidir. Bütünüyle Almanlara uyum sağlamaya çalışırlar. Bir Almana selam verebilmeyi, bir Almanla kahve içebilmeyi, bir Almanla kadeh tokuşturabilmeyi şeref sayarlar. Almanlara benzemeyi, Almanlar gibi yaşamayı üstünlük olarak görürler. Dinî ve millî değerlerine bağlı Türkleri küçümserler. Bunlar Almanya’da kaybolup gitmiş, erimiş kişilerdir.
2.Orta Fire Veren Halil Tipi: Türk ve Müslüman kimliğine salt inanç bağlamında sahip olmakla birlikte bunların gereğini fazla yapmayan, kısmen Almanlaşan, yarı Türk yarı Alman kimliğine sahip olan işçi kesimi. Mesela bira içerler, bayramdan bayrama namaza giderler. Fakat Halil, Almanya’da bir hiç olarak tamamen kaybolup eriyip gitmemek için bir süre sonra asıl ve öz kimliği olan Müslümanlık ve Türklük değerlerine dönecek ve Türk-İslam kimliğini korumak için ailesini alıp Türkiye’ye dönecektir.
3.Az Fire Veren Gedizli Mustafa Tipi: Bunlar birinci kuşak olup Türkiye’den Almanya’ya olgun yaşlarda gelen ve Almanya’da tamamen Türk-İslam kültürüne göre yaşama, Almanlaşmama bilincinde ve çabasında olan işçi kesimidir. Dillerine, dinlerine, âdet, gelenek, görenek ve törelerine bağlıdırlar; hatta bazıları Türk-İslam kimlik değerlerine Türkiye’de olduğundan daha sıkı sarılmışlar, fazla değişmemişlerdir. Bunlar içki içmez, kâğıt kumar oynamaz, kadınlarla gayrimeşru ilişkiye girmezler, yani zina yapmazlar, Alman kasabından alınan eti yemez, namazlarını kılar, dedikodu yapmaz, dinlerini öğrenir, öğretirler ve yaşarlar.
*Almanya’daki Türk İşçilerinin Sorunları:
*Aile Anlayışında Değişme: Almanya’ya göçle birlikte özellikle ikinci, üçüncü nesillerde Türk aile anlayışı, geleneği ve bağlılığı büyük ölçüde ortadan kalkmakta ve Alman aile anlayışı hâkim olmaktadır. Bu da büyük ve önemli bir kültürel ve sosyolojik kopuş ve değişimi getirmektedir. Nitekim romanda Eksport Rıza’nın çocukları, anne babalarıyla olan ilişkilerini koparmışlardır. Büyük oğlu bir Almanla evlenmiş, ana baba bilmez hale gelmiş. Baba, en çok küçük oğluyla kızından şikâyet eder. Zira kız, ayakkabı değiştirir gibi erkek değiştirir. Oğlu da uyuşturucudan hapislerde yatar.
Baba, çocuklarının hayırsızlığından dert yanar ve şöyle der: “Bugün bizi arayıp sormayan üç itin üçü de orada palazlandı. Üçü de oradan uçup gitti. Yukarı kat onların eşyalarıyla, onların hatıralarıyla dolu. Hasretten, kahırdan yüreklerimiz parçalanacakmış gibi olduğu zamanlar karı koca yukarı çıkar, onların hatıralarıyla oya¬lanırız. Yatakları, dolapları, kitapları, çalışma masaları bıraktıkları gibi duruyor. Hiçbir şeylerini atmaya kıyama¬dık. Latife her gün çıkar yukarıya. Onlardan kalanları sever, okşar, konuşur, ağlar, rahatlar, iner… Yukarısı, bizi evlatlarımıza, evlatlarımızın çocukluklarına götüren sihir¬li bir gemi gibidir. Hani şu bilim kurgu filmlerinde insanı geçmişe götüren zaman makineleri oluyor ya, işte öyle… Bu yüzden kiraya vermeyi hiç düşünmedik, düşünmüyo¬ruz da…” (Çeviksoy, 2008: 26)
Eksport Rıza, kendisi gibi perişan olmaması, ailesinin kötü yola düşüp dağılmaması için Halil’e şöyle der: “Halil be. Sana ağabey nasihati: Fazla kalma, git şu memleketten. Çocukların benimkilere benzeme¬den git!..” (Çeviksoy, 2008: 27)
*Çocukların Almanlaşması: Almanya’ya göçen Türk işçilerinin en önemli sorunlarından birisi, çocuklarının Türk-İslam kültüründen çıkıp Alman kültürü içinde erimesidir. En çok da bira, içki içmeleri, nikâhsız cinsel ilişkide bulunmaları, yılbaşında çam süslemeleri, faşinglere katılmaları, Türkiye yerine Almanya’yı sevmeleri, Türkçe yerine Almanca konuşmalarıdır. (Çeviksoy, 2008: 30)
Türk-İslam kimliğine bağlı kalan Türkler çocuklarını yetiştirme konusunda daha dikkatlidirler. Uyum sağlamak, entegre olmak gibi sözlere karşıdırlar. Çocuklarını Alman bakıcılara, kreşe, ana okuluna, yüzme derslerine, okulca düzenlenen yatılı gezilere göndermezler. Kilise görevlileri tarafından verilen din derslerine sokmazlar. Türk okulu açılmasına ön ayak olurlar. Türk-İslam Derneği kurarlar. Çocuklarını Kur’an kurslarına gönderirler. Yaz tatillerini Türkiye’de geçirirler. Gedizli Mustafa şöyle der: “Dilimiz ayrı, dinimiz ayrı, uyum ne demekmiş, entegre ne demekmiş? Ben Türk ve Müslüman kalmaya kararlıyım. Evlatlarım da birer Müslüman Türk olarak yetişecekler.” (Çeviksoy, 2008: 50)
Türkiye’den Almanya’ya gidenlerde olduğu gibi Almanya’dan Türkiye’ye dönen Türk çocuklarının da Türk-İslam kültürüne, Türkiye ortamına uyum sağlamaları zor olmaktadır. Okulda başarısız, problemli, uyumsuz olurlar. İslamî ibadet uygulamalarını, Türk tarihini, Türk millî sembollerini, kurum, kural ve değerlerini pek bilmemektedirler.
*Din Farklılığına Dayalı Kültürel Çatışma: Türkler Müslüman, Almanlar ise Hristiyandır. Almanya’da doğup büyüyen Türk çocukları, bu iki din arasında kalırlar ve bu durum, dine bağlı bir kültürel çatışmayı doğurur. Alman okullarında ana okulundan üniversiteye kadar Hristiyanlık din dersi okutulur. Bu dersi, din görevlileri okullara kadar gelerek verirler. Katoliklere Katolik kilisesinden, Protestanlara Protestan kilisesinden görevliler gelir. (Çeviksoy, 2008: 33)
Türk çocuklarının İslam din eğitimi ise zayıftır ve bu durum İslam’ı bilmemelerine ve İslam’dan uzaklaşmalarına; hatta Hristiyanlaşmalarına yol açmaktadır. Türk çocuklarının Almanya’da İslam dinine bağlı kalmaları için ne gerekli ise yapılmalıdır.
*Kız-Erkek Arkadaşlığı: Türk ailelerin en fazla tedirgin oldukları konu, kız ya erkek çocuklarının Alman gençleriyle arkadaşlık kurması, nikâhsız cinsel birliktelik yaşamaları, ayrı eve çıkmaları, anne babalarını, ailelerini terk etmeleridir. (Çeviksoy, 2008: 38)
Almanlar sınıflarında kız arkadaşları olmayanları, karşı cinsle arkadaşlık kurmayanları küçümserler, adam yerine koymazlar.
Türkiye’de arkadaşlık, dert ortaklığıdır, yardımlaşmaktır, üzüntüyü, neşeyi paylaşmaktır, kardeşlik kadar güzel, sıcak ve anlamlıdır. Bazı durumlarda kardeşlikten de ileridir. Kardeşe anlatılamayanlar arkadaşa anlatılır. Kardeşle paylaşılamayan sırlar arkadaşla paylaşılır. Arkadaşlık aynı zamanda dostluk demektir. Almanya’da ise arkadaşlık başka bir şeydir. Ev sahibi, postacı kadın, nikâhsız koynuna girdiği erkeklerden arkadaşım diye söz eder. Erkekler metreslerine arkadaşım derler. (Çeviksoy, 2008: 95)
Almanlar aşırı beslenme sonucu hızlı gelişim gösteren çocukları, uyuşturucu ve sapkınlık batağından korumak adına karşı cinsler arasındaki arkadaşlığı teşvik ederler. 17 yaşında bir erkekle aynı yaşta bir kız, gece yarılarına kadar birlikte olurlar. (Çeviksoy, 2008: 102)
Murat, Alman kızıyla gezip tozmaya, onunla yatıp kalkmaya, ailesinden sürekli para istemeye başlayınca babası Halil iyice tedirgin olur, kızı Birsen’in de bozulacağından, eve erkek arkadaş getireceğinden korkar, “en iyisi gidelim. Dönelim memleketimize. Ne olacaksak orada olalım. Açlıktan ya da kahrımızdan öleceksek orada ölelim, kaçalım şu memleketten” der ve Türkiye’ye dönerler. (Çeviksoy, 2008: 119)
*Almanların Türklere Olumsuz Tavrı: Almanlar Türklere pek iyi gözle bakmazlar. Hatta zaman zaman düşmanlık yapanlar vardır. “Artık size ihtiyacımız yok. Kendi işsizlerimiz var. İşsizlerimiz olmasa bile robotlarımız var. Ya gidin ya tümüyle bize benzeyin. Biz kendi kültürümüz yanında başka kültürler, kendi insanımız yanında başka insanlar istemiyoruz. “Auslander raus!”, “Alle Türken raus!” derler. (Çeviksoy, 2008: 112)
Almanya’daki Türkler, belediye binası, polis karakolu gibi resmî dairelere korka çekine girerler. Polisten korkarlar. Çünkü yabancılar için polis sorgu demektir, mahkeme demektir, hapis demektir, sınır dışı edilmek demektir. Türklerin seçme ve seçilme hakkı yoktur. (Çeviksoy, 2008: 187-188)
*Bazı Türklerin Almanlar Karşısında Aşağılık Duygusuna Sahip Olması: Romanda Türk-İslam kültürünü iyice içselleştirememiş ya da dinî ve millî kimlik bilgi ve bilinçleri zayıf olan bazı Türkler, Almanya’da Alman kültürü karşısında aşağılık duygusuna kapılmışlar, Türkiye’yi ve bizi aşağılamaya, Almanları her anlamda üstün görmeye başlamışlar. Bu bir kimlik erozyonudur. Nitekim bu türden mankurt Türkler, çocuklarına Türkiye’yi küçülten konuşmalar yaparlar. Türkiye’yi yolları bozuk, trafiği karışık, suyu, elektriği kesilen, sağlık hizmetleri bozuk, okullarında dayak olan, sanayisi olmayan, ekonomisi berbat, vatandaşları yarı aç yarı tok yaşayan, yarın güvencesi olmayan, insana değer verilmeyen, hayvanları ve doğayı sevmeyen, geri, güçsüz bir ülke olarak gösterirler. Kırmızı ışıkta durup yeşil ışıkta geçen eğitilmiş köpek gördüklerinde “bunların köpekleri bile bizden daha akıllı” derler. Almanya’da her gördüklerine hayran olmuşlardır. Bunları dinleyerek büyüyen Türk çocukları, ülkelerine güçlü bağlarlarla bağlanamaz, milletiyle, tarihiyle, kahramanlarıyla öğünemez. Kendilerini Türkiye’den çok Almanya’ya ait hissederler. (Çeviksoy, 2008: 54)
*Eğitim Alanında Türk ve Alman Kültür Farkı: Almanya’ya giden Türkler iki farklı kültür arasında kalmaktadır. Bu kültür farkı çatışmasından değişik boyutlarda etkilenmektedirler. Bunların başında eğitim gelmektedir. Türk ve Alman eğitimi farklıdır ve Türk çocukları birinden diğerine geçince bocalamaktadırlar.
Türkiye’de disiplin korkutarak sağlanmaya çalışılır, zayıf not verme ve sınıfta bırakma tehdidi vardır. Almanya’da ise öğretme esastır.
Türkiye’de okulda sınıfta kızlar ön sıralarda, erkekler arka sıralarda otururlar. Okul bahçesinde erkekler erkeklerle, kızlar da kızlarla dolaşırlar. Almanya’da ise karışık otururlar. Kızlarla erkekler karışık dolaşırlar, sınırsız bir özgürlük içinde arkadaşlık yaparlar. (Çeviksoy, 2008: 215)
Türkiye’de kız ve erkek öğrenciler serbest arkadaşlık yaparlarsa dedikodu edilir, ayıplanır ve günah sayılır. Almanya’da ise karşılıklı ilgiye, isteğe, hoşlanmaya bağlı olarak herkes dilediği ile arkadaşlık edebilir. Öğrencilerin bile mutlaka karşı cinsten arkadaşları olur, hatta bu bir mecburiyettir. Belli bir yaştan sonra kız ve erkekler nikâhlanma şartı olmaksızın aynı evde kalabilirler, serbestçe cinsel ilişki kurabilirler.
Türkiye’de evlenme teklifini ancak erkek yapabilir. Almanya’da ise kızlar da erkeklere evlenme teklifi yapabilir, birbirlerine sevdiklerini söyleyebilirler.
Türkiye’de iki gönül bir olunca viraneler gülistan olabilir. Almanya’da ise aşkın yolu mideden geçer. Türkler soyuta, Almanlar ise somuta vurgundur. Türkler hayalci, Almanlar gerçekçidir. Türkiye’de manevi tutkular, Almanya’da ise maddi tutkular ön planda gelir. Türkiye ile Almanya siyahla beyaz, geceyle gündüz, melekle şeytan kadar birbirinden farklıdır. Türkiye’de sevgililer birbirine bağlı kalabilirler, uzun süre beklerler. Ama Almanya’da sadakat yoktur. Sevdikleri, hoşlandıkları başkalarıyla da ilişki kurabilirler, aldatma konusu sorun olmaz.
*Kozmopolit ve Milliyetçi Öğretmenlerin Türkler üzerindeki Farklı Etkileri: Almanya’daki Türklere Türkçe, Türk tarihi, Türk kültürü ve İslam öğretsin, oradaki Türk işçileri kendi kimliklerinden uzaklaşmasın diye Türkiye’den öğretmenler gönderilir. Bu öğretmenlerden Türk-İslam düşüncesine yabancı olan ve komünist ya da batıcı gibi enternasyonalist eğilimde olanlar, Türk işçilerini ve çocuklarını yanlış ve çarpık biçimde etkilemeye ve yönlendirmeye çalışırlar. Bunlar zararlı tiplerdir. Türk-İslam değerlerine bağlı milliyetçi öğretmenler ise Türk işçilerini doğru yönde eğitir ve etkilerler. Dolayısıyla Almanya’ya öğretmen olarak gönderilecek kişilerin önce kendilerinin bilgili ve bilinçli olarak Türk-İslam değerlerine bağlı olması gerekir. Ancak bazen yanlış öğretmenler de gönderilebilmektedir.
Romanda Kayhan adındaki öğretmen, milliyetçilik duygusu olmayan, Almanya’da Türklere dillerini, dinlerini, kültürlerini öğretmek yerine tam tersine Türkleri millî kimliklerinden uzaklaştırıp kozmopolitleştirerek onları Almanya’da eritmeyi amaçlayan zararlı bir öğretmen tipidir. Nitekim Türkleri “ahir ömründe insana bir hünerli kuşla bir hünerli köpek yeter” diye çarpık bir yaklaşımla yalnızlığa iterler. Ayrıca Türkleri Almanlarla evlenmeye teşvik eder, ilerde kuracağımız uluslararası akrabalıklardan söz ederler. “İçinde yaşadığınız toplum nasıl olmanızı istiyorsa öyle olacaksınız. Türklerin yaşamasını, yemesini içmesini, eğlenmesini bilen bir toplum olduğunu görsünler. Türklerin geri, barbar bir millet olmadığını anlasınlar. Biz uygar bir milletiz. Uygar milletlere uyum sağlamasını biliriz. Kendimizi kabul ettirebilmenin, dediğimizi yaptırabilmenin tek yolu uyumdur” diye öğüt verirler. (Çeviksoy, 2008: 88)
Muhtemelen Osman Çeviksoy’un kendisi olan Orhan adındaki öğretmen ise millî ve manevî değerlerine bağlı milliyetçi bir Türk öğretmenidir. Türklere dillerini, dinlerini öğretir, Müslüman Türk kimliklerini korumalarını, Almanlara benzememelerini, para kazanmak uğruna kendilerini ve çocuklarını harcamamalarını öğütler. (Çeviksoy, 2008: 41)
Orhan öğretmen Türklere: “Kararı siz vereceksiniz. Ya millî, manevî değerlerinize bilinçlice sahip çıkacak, bunu çocuklarınıza da benimseteceksiniz ya da çevreye uyum sağlayacaksınız. Ya kendiniz olarak kalacaksınız, çocuklarınızı da kendiniz gibi yetiştireceksiniz ya da başkalarına benzeyeceksiniz, çocuklarınız da başkalarının çocukları gibi yetişecek.” (Çeviksoy, 2008: 88) der.
*Yalnızlık: Almanya’da özellikle Türk-İslam kültüründen uzak bir şekilde Almanlar gibi yaşayan Türklerin Alman kültürü içinde yalnızlığa mahkum edilişleri ve yalnızlıklarını kuş ve köpek gibi hayvanlarla gidermeye çalışmaları, köpekleri evde beslemeleri, onunla konuşmaları trajik bir kurgu içinde verilir. Evde köpeğin insanlarla tokalaşması, insanları lavaboya götürmesi, terlik getirmesi, konuşması, azarlaması, kıskanç olması, kahve tabağını ve fincanını yalaması, köpeğin sofraya dahil edilmesi gibi özellikler, Alman kültürüne aittir ve Türk kimliğini koruyan Türkler bunu yadırgarlar (Çeviksoy, 2008: 17, 19) ve şöyle derler: “Nasıl olur da bir insan, hayatı yumruk kadar bile olmayan bir kuşla, sıkışınca sahibine çemkiren bir köpekle paylaşabilir?” (Çeviksoy, 2008: 24)
Almanya’da bazı Türklerin nasıl yalnızlığa itildiklerini ve oradaki yalnızlığa mahkum oluşlarının trajik sonuçlarını Eksport Rıza şöyle anlatır:
“Biz böyle yalnız değildik. Kızımız, oğullarımız vardı. Şimdi yoklar. Gelip gitmezler, arayıp sormazlar. Yoklar. Şu Almanya denilen memlekette kay¬bolup gittiler. Diğer bayramlar bir yana da, Noel’de bile bir kartı çok görürler. İki dakikalık bir telefon görüşmesi¬ni çok görürler. Biz ararız, mırın kırın ederek konuşurlar. İki bunak olarak görürler bizi. Ölelim diye beklerler. Ölelim de evi satıp yesinler, bankadaki para onların olsun… Türkiye’ye dönsek ne yapalım? Artık orada da kimimiz kimsemiz kalmadı. Ele ayağa düşersek burada devlet bakar, orada kim bakar bize? Hayırsız, vicdansız da olsa¬lar, bizi hor hakir de görseler, evlatlar buradayken çekip gitmek kolay mı? Bir de yılların alışkanlığı var. Ne gördüysek burada gördük. Parayı, hizmeti, yaşamayı, burada gördük. Alıştık, sevdik. Kopamıyoruz, kopamayız artık. Burayı beklemeye, burada ölmeye mecburuz…” (Çeviksoy, 2008: 25)
Almanya’ya gidip orada aradıklarını bulamayan, hayal kırıklığına uğrayan, bozulan, Almanya’da mahvolan Türkler burayla ilgili pişmanlıklarını “Ah!.. Alamanya ah!..” ifadesiyle dile getirirler. (Çeviksoy, 2008: 21)
Yalnızlık genelde Almanların sorunudur. Nitekim kocası ölmüş, yalnız yaşayan yaşlı Alman kadın Holzer, iyi komşuluk ve arkadaşlık ilişkisi içinde olduğu komşusu Halil’in Türkiye’ye temelli dönecek olmasından dolayı çok üzülür. Zira Halil ve ailesi, onun yalnızlığını gideren, ona dostluk, arkadaşlık yapan güvenilir, samimi Türklerdir. Alman kadın Holzer, Halil ailesinin Türkiye’ye dönmemesi karşılığında öldükten sonra evini ve bahçesini Halil’e bırakacağını söyler. Zira yaşlı Alman kadın yalnızdır, Halil Türkiye’ye dönerse onun kapısını çalacak, ihtiyacı olup olmadığını soracak kimsesi yoktur. Kadının evi, bahçesi, emekli maaşı vardır ama bir can dostu yoktur. Çok yaşlı olduğu için yalnızlığını paylaşacak bir kedi, bir köpek, bir kuş bile besleyememektedir. (Çeviksoy, 2008: 130-131)
Kültürel değişmenin göstergelerinden biri köpek beslemedir. Özelde Almanlar, genelde bütün Batılılar daha çok yalnızlıklarını gidermek için evlerinde köpek beslerler. Almanya’da doğup büyüyen Türk çocukları köpek besleme konusunda Alman kültürüyle Türk kültürünün farklılığını anlamada çelişki içinde kalırlar. Almanlar evlerinde köpek beslerler, köpeğe insan muamelesi yaparlar, evlerinde köpekle iç içe yaşarlar. Biz Türklerde ise bu gelenek yoktur. Almanlar bunu hayvan sevgisiyle izah ederler. Biz Türkler de hayvan severiz ama köpeği evin içinde değil dışında besleriz. Evi korusun, sürüyü, tarlayı, bahçeyi korusun diye besleriz. Avcılar ava götürmek için beslerler. Ama hep dışarıda, içerde değil. (Çeviksoy, 2008: 30)
Sonuç: Osman Çeviksoy’un Ömrümüz Gurbet (2008) adlı romanı, Almanya’ya göç eden Türk işçilerinin bütün boyutlarıyla durumlarını, sorun ve beklentilerini en iyi ve en gerçekçi biçimde yansıtan ve en başarılı romanlardan biridir. Zira roman, yazarın bizzat içerden yaşantı ve gözlemlerine dayanmaktadır. Ayrıca sorunların tespiti ve dolaylı olarak çözüm önerileri de sağlıklıdır. Zira Almanya’ya göç eden Türklerin en önemli sorunu, kültür çatışması, kültür değişmesi ve kültür yitimidir. Türklerin orada cahillik, eğitimsizlik, özenti, para hırsı gibi sebeplerle kendilik değerlerinden, Türk-İslam kültür kimliğinden uzaklaşmaları, Almanlar içinde eriyip gitmeleri ve bundan dolayı trajik biçimde yok olmalarıdır. Buna karşı Türkiye Cumhuriyeti Devletimizin mutlaka bu soruna çözüm bulması, resmî planda Almanya’daki Türklerin kültürel kimliklerini korumaları, Türkiye’ye, Türk milletine aidiyet bilinçlerini sağlamlaştırmaları, Türk ve Müslüman kimliklerine sımsıkı bağlı kalmaları konusunda gereken ne varsa yapması gerekir.
Kaynakça:
Çeviksoy, Osman (2008). Ömrümüz Gurbet. Ankara: Elips Kitap.

Hakkında admin

Cevapla

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Required fields are marked *

*